İlk Yazı, İlk Merhaba…
1980 yılının Ağustos ayında İzmir’den Berlin’e gittikten bir süre sonra Berlin’in 750. Kuruluş Yıldönümü kutlamaları başladı. Kentin kuruluş tarihi olarak 1232 yılı kabul ediliyordu. Böyle bir karşılaşma illaki bir muhakemeyi de beraberinde getiriyordu. Bu muhakeme doğduğunuz ve büyüdüğünüz kentin kuruluş ve tarihsel sürecinin nasıl olduğu ve işlediği; bu süreçler/dönemlerde kent nasıl bir değişime uğradı; ve elbette bu süreçte hemşerilerimiz nasıl yaşardı…
Bu muhakeme sonucu dönüp doğduğum kente baktığımda bilgi üretimi açısından, bilginin kitabileşmesi açısından çok yoksun/yoksul olduğunu… O yıllarda kentimizin tarihi 3 bin yıllara ve sonra da 5 bin yıllara dayandırılmaya çalışılıyordu. Günümüzde Zafer Derin Hocam’ın araştırmaları sonucu 8500 yılı konuşuyoruz. Bir yanda 750 yaşında bir Berlin, diğer yanda yaşı binlerle ifade edilen İzmir…
Yanlış hatırlamıyorsam o tarihlerde Berlin’de bir yayınevinin her 15 günde bir Berlin ile ilgili bir kitap yayınlama politikası vardı…
1984 yılında (henüz kütüphanelerin dijitalleşmediği bir dönemde) girdiğim Berlin Devlet Kütüphanesi’nden (Staatsbibliothek zu Berlin-Stiftung Preussischer Kulturbesizt) 10 yıl sonra çıktığımda heybem -belki üzerinde çalışmak için benim ömrümün bile yetmeyeceği- İzmir ile ilgili devasa bir arşivle dolmuş taşmıştı. Bir yandan da kentte bulunan sahafları (antiquariat) dolaşıyor, gerek aradığım kitapları gerekse rastladığım kitapları satın alıyordum.
Edindiğim bazı kitaplar o anda okumam gerektirecek kadar ilginçti. Hemen en yakın parkta bir banka çöküyor ve başlıyordum okumaya… Bu kitaplardan beni çok etkileyenlerden birisi de “Frauen aus der Stadt der Minarette” oldu. Okuduğum anda bu kitabı Türkçeye kazandırmam gerekir diye düşündüm. Oturdum ve kısa sürede çevirdim. Kitap, adından da anlaşılacağı üzere İstanbul ile ilgiliydi. İstanbul’u her bir farklı milletten kadının üzerinden kentle kurduğu ilişki bağlamında ele alan fotografik öykülerden oluşuyordu.
1994 yılında İleri Kitabevi’nin sahibi Sevgili Özkan kitabı yayınladı. Ben bu kitabı İstanbul’da da yayınlayabilirdim. Buradaki amacım (ki hala bunun öneminin farkında olarak çalışmalarımı yürütüyorum) İzmir gibi bir kentin sadece kendisiyle ilgili değil başka başka yerler/kentler ile ilgili de bilgi üretmesi gerektiğine dikkat çekmekti. (Bugün Akdeniz’den söz ederken Akdeniz’in ne kuzeyi ne de güneyi ile ilgili yakın zamanlara kadar bu kentten bir cümle çıkmadığını düşünelim!) Kitap İstanbul’da kadın hareketi içinde olan arkadaşlar tarafından büyük ilgi gördü. Üzerinde yazılar yazıldı.
Kitabın yazarı olan Prenses Mirza Rıza Han Arfa ile ilgili bilgiye ulaşmak çabaları beni Stokholm’de araştırmalar yapan Sevgili Rohat Alakom ile tanıştırdı. Rohat, Kürt Tarihi araştırmaları sırasında rastladığı prenses yazar ile ilgili bilgi verdi; yazar aslen İsveçli bir kadın yazardı ve İran’ın Stokholm Büyükelçisi Prens Mirza Rıza Han Arfa ile 1902 yılında evlenerek prenses unvanı alan Elsa Lindberg (1874-1944) idi. Sevgili Rohat ile iletişimimiz bugüne kadar aralıklarla devam etti. Stokholm’de İsveç arşiv ve kütüphanelerinde araştırmalarını yürütürken İzmir ile ilgili rastladığı bilgileri benimle paylaşmaya devam etti.
Onun içindir ki bu köşede bazen Stokholm’e de, bazen sloganı “Heade mõtete linn” (Güzel düşünceler şehri) olan Estonya’nın Dorpat (günümüzde Tartu) kentine, bazen de İspanya’nın Kuzey Asturica bölgesine gideceğiz. Gideceğiz ama hep yanımızda İzmir olacak, İzmir için gideceğiz.
İzmir ile ilgili bazı kavramlar üzerinde de duracağız. Kavram, aslında bilginin bütünleşik halidir. Zamanın ve mekânın bilgisine dayalı olarak üretilmiştir. Düşünmeyi ve anlaşmayı kolaylaştıran bir rolü vardır. Birçok alanda görüldüğü üzere üretmediğimiz kavramları kullanırken de -kavramın üretim sürecine dair bilgimiz olmadığı için- gelişigüzellik içinde modaya uyarak düşünce dünyamızda tedavüle sokuyoruz.
Bu bağlamda İzmir için sıklıkla kullanılan;
Levant/Levanten/Levantenlik,
kozmopolit/kozmopolitizm/kozmopolit İzmir,
Petit Paris de L’Orient (/pöti Pari dö loryan=Doğu’nun Küçük Parisi),
Muhtariyet/Özerklik
gibi kavramlar üzerinde tartışmaya çalışacağız. Tarihten günümüze gelerek çevremizde olan bitene bakmayı da ihmal etmeden…
***
Son yıllarda İzmir, şarap üretimiyle ilgili olarak sıklıkla anılmaya başlandı. Özellikle Urla bu konuda oldukça öne çıkmış durumda… Hatta bağcılık ve şarapçılıkla ilgili olarak Urla Bağ Yolu oluşturulmuş durumda. Burada üretilen şarapların uluslararası alanlarda ödüller alması İzmirli olarak gurur kaynağımız.
Bir zamanlar amatör ruhla Güzelbahçe’nin Payamlı Köyü’nde bağcılık yapmış ve şarap üretmiş birisi olarak; şarap kurmanın zamanının geldiğini de göz önüne alarak, gerek amatör gerekse marka olarak üretim yapan şarap üreticilerine yönelik tarihsel bir ipucu gelecek haftanın yazı konusu olacak;
“Tarihteki İzmir Şarabı ve Rahiyasının Sırrı”.
Haftaya İzmir Şarabının rahiyasında buluşmak üzere hoşçakalın.