Şu televizyon dizilerine hayranım. Herkes yalıda yaşıyor. Yalı da yalı... Boğaza nazır 45-50 odalı... Olmadı bir çiftlik evi var, orta büyüklükte bir köyü içine alır... Hemen hepsi holding patronu... Entrikalarla yönetimler değişiyor ama hayat standardı değişmiyor. Bir zenginlik bir refah... Evdekilerin bir eli yağda bir eli balda...  Sadece canları sıkılırsa silaha sarılmaktan çekinmiyorlar.

Tabii merhamet dediğin de bir yere kadar...

Filmlerin, dizilerin gerçek hayatı anlatmak gibi bir mecburiyeti yok. Ama bir tanesi tuttu diye bütün dizilerin birbirlerine benzer, birbirlerinin kopyası haline gelmesi ve gerçeklikten bu kadar uzak olması da başka bir saçmalık.

Mesela bir dizide evin hanımıyla şoförün ilişkisi var, başka dizide de benzer bir hikaye var. Kes, kopyala, yapıştır kültürü dizilere de girmiş. Yaşını başını almış üç çocuklu kadın evini terk edip eski sevgilisinin evine yerleşebiliyor. Gittiği adam da en az kocası kadar zengin. Adamın ne iş yapıtığı belli değil ama parası çok. İşte burası çok gerçekçi. Neyse konuyu dağıtmayayım.

Senarist arkadaşların hayal gücü, absürt ilişki tutkusu nirvana...

Öğrendim ki; bir ikisi hariç çoğunun ömrü uzun olmuyor ve izlenmedikleri için yayından kaldırılıyormuş. Bu duruma üzüldüm diyemem.

Çünkü hayal satmanın da bir ölçüsü var.

HHH

Normal hayat ise bambaşka.

Bakıyorsunuz et fiyatları almış başını gitmiş. Soğan rekor üstüne rekor kırıyor. Depremden sonra sele yakalanan insanlar daracık çadırlarda insan onuruna aykırı bir yaşam sürüyor.

Bir yanda televizyonların böylesine şahane yaşam pompaları sürerken diğer yanda da sadece sorunları irdeleyenler var.

Onların başı cezadan kurtulmuyor.

Sevgili dostum Atila Sertel önceki gün Halk TV'de Ayşenur Aslan'ın konuğuydu... Programın başında uzun uzun kendilerine verilen cezaları konuştular.

Kara mizah yapıp olayı tiye aldılar.

Sonra da birbirlerine dikkatli konuşma sözü vererek programa başladılar.

Bir şafaktan bir şafağa...

Bir yanda alabildiğine uçuk hayal programlar. Diğer yanda derdini anlatana ceza...