Avrupa’sından İsrail’ine neredeyse herkes canına okudu bu virüsün, “eller aya biz yaya” misali aşılamayı da, tedbirleri de elimize yüzümüze bulaştırdık. Diyanet İşleri Başkanı ya da başka bir sarıklının gazına gelip bir de “17 gün içki yasak” dediler ya, artık kimse bana “özel hayata müdahale” cümlesi kurmasın. Ancak yazmadan geçemeyeceğim, bu konuda gerek CHP gerek İYİ Parti, tekel bayileri kadar “muhalefet” edemedi. Bunu da “not alıyorum” haneme. Hani bilmesem bazı “halife padişahların” içtiğini, hani bilmesen IV. Murat’ın o baskıcı yöntemlerinin başarısız olduğunu, vallahi sorgulamayacağım, geçeceğim. Lakin “içki yasağının” kesinlikle bir şer algı operasyonu olduğuna da eminim. Fakat AK Partili dostlarıma tavsiyem, Anadolu tarihini doğru kaynaklardan okumalarıdır. Çünkü “yasak” bu topraklarda sadece cazibeyi artırır.

“Tam kapanma” ambalajıyla sunulan “17 günlük” garabette, yolculuğa kaç “taşıyıcının” çıktığını, dönerken de kaç “virüsün” seyahate çıkacağını bilemeyiz. Müteahhitlere “kıyaklara” doymayan iktidarın, bu 17 günde günlük yevmiyeyle çalışan yurttaşlara “diyanet” aracılığıyla “sabır şükür” telkini yapacağını sanıyorum.

Ancak öyle ya da böyle… Ne yazarsak yazalım, ne söylersek söyleyelim. Erkan-ı devlet “dediğim dedik, ne yaparsam doğrudur” kibrini devam ettiriyor. İşte bunu da “Diyanete” sormak lazım: “Hocam” ne dersin “mahşer yeri çok keyifli olacak gibi”?

Zira tekrar edeyim ki “zulüm ile abad olanın ahiri de berbat” olur, vesselam!

Gelelim şu deprem sonrası Bayraklı’dan başlayarak İzmir’in ahvaline…

Bayraklı 30 Ekim’den beri “hop oturuyor hop kalkıyor”. İnanılmaz bir zamandan geçiyoruz. Adında “çevre” olan lakin “çevreyle” zerre ilgisi olmayan “Şehircilik Bakanlığı” ve de çatık kaşlı genç bakanı, Bayraklı’da “yıkım ve inşaata” devam ediyor. Valilik de işin içinde. Belediyelerin itinayla karıştırılmadığı bu çalışmalarda “gereksiz kalabalık” olarak görülen, açıkçası Bayraklı halkı. Biziz yani… Kendi adıma söyleyeyim ki, gelecek seçimlerde hiç de rahat durmayacağım! İzmir Valiliği işi “kızmak, öfkelenmek, korkutmaya çalışmak” üçgeninde idareye çalışıyor. Hafriyat ve inşaatla görevlendirilen firmaların özellikle halka yaptıkları, yapmaya devam ettikleri zulümleri herkes bilse de konuşmuyor. Tabii konuşulmayan başka bir konu daha var. O da depremde yuvasını kaybeden yurttaşların hakları. Güç bela ahir ömründe bir ev alabilmiş ve o evi de depremde kaybedip canını zor kurtarmış vatandaş sanki acılar çekmedi, şimdi de “az çevre çok şehircilik bakanlığının” kaale bile almadığı bir topluluğa dönüştü.

Ben yazıyorum ve konuşuyorum ya? Haliyle de Vali ya da bakan “ciddiye almasa da” “hancı” olan yurttaşlardır ve onlar dikkate alıp beni ihbar ve bilgi bombardımanına tabi tutuyorlar. Bayraklı’da şimdi bir de platform kuruldu. “30 Ekim Depremi Proje Alanı Mağdurları Platformu” özellikle sosyal medyada haklarının peşine düşmüş, sorularına yanıt arıyorlar. Bu insanlar yıllarca çalışıp bir evi zor almışlar. Huzurla otururken de felaketi yaşamışlar. Aralarında sevdiklerini kaybedenler de var. Şimdi başta “az çevre çok şehircilik” Bakanlığı, TOKİ marifetiyle güya projeler hazırlayıp evini kaybedenlere ev yapıyor. Peki, nasıl yapıyor? Kimlerle konuşup yapıyor? O saygısız, zalim müteahhitleri nereden buluyor? Neden sürekli İzmir ile Elazığ mukayese ediliyor? Yurttaşların yaşam koşulları, aile düzeylerine bakılmaksızın neden kümes gibi evler dayatılıyor? Bir yığın soru var. Bakan Bey, Vali Bey “güya” toplantılar düzenliyor ama asıl sorulara cevap vermiyor. Muhalefet partileri depremden beri, depremzedelerle görüşmüyor. Belediye başkanlarını da zaten kimse dinlemiyor. Başta Bakan Murat Kurum olmak üzere kararlar veriliyor, işler taksim ediliyor ve böyle yürüyor. Platform bana bir mektup yolladı. Şimdi onu paylaşacağım. Konuşması istenmeyen konuşulan bunlar. Bayraklı’da bir “rant pazarı” kurulmuş anlaşılan. Konuşmaktan kaçmak sadece şüpheleri doğrulamaktır.

Özet olarak yazıyorum şimdi proje alanları ile ilgili sıkıntıları:

* Depremden 5 ay geçmesine rağmen arsalarımıza yapılacak olan projenin maliklerle paylaşılmaması şüphelidir.

* Yapılacak projede bağımsız bölüm nitelikleri tapuda mesken yazmasına karşılık, sunum dosyasında ofis niteliklerinin ne sebeple yapıldığı belli değildir.

* Temelde iyi bir çalışma varken, sadece devletimizin istediği 5 kattan dolayı vatandaşın metrekare kaybının nasıl giderileceği belli değildir.

* İkinci konutu olanların, aynı ilçede evinin olması, hak sahipliğinin engellenmesi, kişileri mağdur etmektedir, sonuçta hasar alan yapılar depremde zarar görmüştür.

* Proje alanları içerisinde farklı sitelerle yani her proje alanı içerisinde kuraların çekileceği söylenmektedir. Aynı bölgede olmasına rağmen arsalar arasında değer farkı bulunmaktadır. Bu değer kaybı nasıl karşılanacaktır?

* Kat ve cephede kura çekilmesi sonucunda kişilerin önceki cephe ve şerefiye hakları yapılacak ödemelerden düşülecek mi? Aksi takdirde kuradan oluşan zararların nasıl giderileceği ile ilgili bir plan var mı?

* Eşya yardımında 1 saat içinde eşya alan kişilerin kalan klima, kombi ve zamanın yetişmemesinden kaynaklanan kalan eşyalar için 30 bin lira bedel ödenecek midir?

* Aynı proje alanında 2 farklı kanunla binaları ayırıp kimi binalara 13 bin lira tek seferde ödenirken neden bazı binalara 5+4+4 ödeneceği söylenmiştir?

* Konut kredisi olanlardan yapılan DASK ödemesi bankalar tarafından yüzde 2 kredi kapatma cezaları kesilmiştir. Bu kesintilerin iade edilmesi gerekmektedir.

Tekrar ediyorum, bu satırlarımdan sonra açık söylemeliyim ki özellikle bakanlıktan bir insani dönüş beklemiyorum. Çünkü yaşayan, yemyeşil bir ağacı bile koruyamayan bakanlığa ben “Çevre” bakanlığı diyemem. Bakanlığın, Bayraklı’da iş verdiği müteahhit firmalarının nasıl duyarsız ve vicdansız olduklarını aylardır bizzat yaşıyorum. Hatta bunları yazdığım için de İzmir Valisi tarafından “konforuma düşkün” olmakla itham edildim. Bu müteahhit firmalarının bir ağacı bile korumak yerine herkesin gözü önünde vahşice kepçelere kırdırmalarını ölünceye dek unutmayacağım. TOKİ bence kırılmış ağacı logo yapmalı kendine. Hepi topu iki üç palmiyeyi, taşısalardı bari halkın gönlünde yerleri olurdu. AK Parti İl Başkanı Kerem Ali Sürekli’yi de vicdanlı bir insan bilirdim, yanılmışım.

Sözün özü AK Parti hükümeti Bayraklı’da deprem sonrası sınıfta kaldı. İletişimden imtina edip kendi çaldı, kendi oynuyor. Vatandaşın olmasa da o vahşice kırılan ağaçların ahı eminim ki susan herkesi tutacaktır!

***

Çaka Bey’i Unutmadım…

Barbaros, Çaka Bey, Kemal Reis, Kılıç Reis, Murat Reis, Turgut Reis, Piri Reis.

İzmir’de aynı bölgede bulunan mahalle isimleri bunlar. Tarihimizde nam yapmış, başarılı, inançlı, muzaffer Türk amiralleri. Ne güzel ki İzmir, onları unutmamış ve her birinin adını müstesna birer mahalleye vermiş.

Ve İzmir, yıllar önce büyük bir hatayla “kaybedilen” Çaka Bey büstünü de, yüreği güzel başkanı Tunç Soyer’in emriyle geri getirdi.

Ben de bu büyük amirallerin isimlerinin verildiği bölgenin, deniz kıyısında, hepsinin adının ve şanlarının olduğu bir anıt diliyorum. Bu dileği araştırmacı Abdülkadir Hazman da daha önce dile getirmişti. Hazman’ın Karataş ve civarını anlatan “İzmir’in Batı Yakası” adlı kitabını tavsiye etmek isterim.

Bu konuda daha yazacaklarım var. İzmir’in yerli araştırmacılarına biraz daha kulak vermemiz, onların uyarı ve önerilerini dikkate almamız gerekir diye düşünüyorum. İzmir tarihte ne çektiyse, kendini tanımayanların ukalalık ve küstahlıklarından çekti. Tek korkum tarihin tekerrür etmesi.