2020 son derece olumsuz geçse de 2021’e umutla girdik. Bu umutların filiz vermesi için bardağın dolu tarafını görmeye çalışıp, olumlu düşünme, plan yapma ve çalışma zamanı…

En büyük bela, kuşkusuz COVID-19 idi, 2020’de. Birçok değerli insanı yitirdik; enfekte olup, iyileşen dostlarımız için önce endişelendik, ardından sevindik. Virüsü artık daha iyi tanıyoruz; almamız gereken önlemleri, tedaviye destek olacak ve ağır geçmemesini sağlayacak ilaçları da… Daha önemlisi, geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan aşılar var, dört gözle beklediğimiz.

COVID-19’un Olumlu Yönleri Olabilir mi?

Neden olmasın? Gerçeklerin değersizleştiği ‘Gerçek Ötesi Çağ’ın (Post-truth Era) simgesi Trump gitti, gidiyor; sıra ona benzeyen liderlere gelmiş olabilir.

Hızla gelişen teknolojinin yarattığı ivme ile öyle hızlı ilerliyorduk ki bazı insani değerlerimiz bize yetişemeyip, geride kalmıştı. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, zor durumdaki insanlarla empati kurma gibi… Bunları hatırladık.

İhmal ettiğimiz sağlığımızın değerini anladık, ama sağlığımızı korumamız için kendini feda edebilen sağlık çalışanlarımızın değerini hala anlamayanlar var. COVID-19’u halen ‘meslek hastalığı’ saymamakta direnen, sağlık çalışanlarına şiddeti önleyemeyen yetkililer, örneğin. Daha dün, sınıf arkadaşım, karıncayı bile incitmeyen Dr. Hüseyin Nacar Mutlugüleçler, İzmir’de maske uyarısı yaptığı kişinin yakını tarafından taşlı saldırıya uğradı ve meslektaşımız olan oğlu tarafından başına sekiz dikiş atıldı. Bunu yapanlar umarım en ağır biçimde cezalandırılır; konunun takipçisi olacağım.

Türk Bilim İnsanları ve COVID-19

COVID-19, Türk bilim insanlarının, yurt dışındaki meslektaşları ile aynı şanslara sahip olduklarında, yaratıcılıkları ile öne çıkabileceklerini kanıtladı. Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilk onaylanan aşının yaratıcıları ile gurur duyduk. Türkiye’de birçok merkezde aşı çalışmaları ilerlerken, Bilkent Üniversitesi’nde, burun yerine ağızdan alınan örneklerde, çok hızlı ve doğru sonuç veren Diagnovir adlı bir COVID-19 testinin geliştirildiği haberini aldık. Toraks Derneği, KLİMİK, Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti gibi birçok bilimsel dernek ve öğretim üyesi, halkı televizyon, basın ve sosyal medya aracılığı ile bilgilendirerek görevlerini yerine getirdi.

Türkiye’nin Durumu

Yapılan birçok yanlışa karşın, sağlık çalışanlarının olağanüstü gayreti ile, en zor dönemi az hasarla atlattık; gelişmiş geçinen birçok ülkedeki gibi ventilatör bulamadığı için ölen birçok hastamız olmadı.

Zaten kötü durumda olan ekonominin hali şimdi çok daha kötü; zor günler için saklanması gereken paralar çoktan harcanmış, cumhuriyet dönemi kazanımları yabancılara satılmış durumda. ‘Tek Adam Rejimi’ sonrası, hukukun neredeyse tamamen rafa kaldırılması ile yabancı sermaye de çekiliyor. Eğitim çağ dışı ve yerlerde sürünüyor. Başta deniz ve hava kuvvetlerimiz olmak üzere ordumuz, FETÖ darbesi ile çok yıprandı. Katar dışında, işbirliği ve dostluk yaptığımız ülke kalmadı.

Umudun Reçetesi

Hal böyleyken, nasıl umutlu olalım?” diye soruyorsunuz sanırım… 19 Mayıs 1919’dan çok daha iyi durumdayız, çünkü. Ve elimizde, her derde deva bulmuş Atatürk’ün uyguladığı ve yeniden uygulamamız gereken şöyle bir reçete var:

1-“Yurtta barış, dünyada barış” diyerek, başta Yunanistan, Suriye, İran, Rusya olmak üzere, tüm ülkelerle yeniden barış ve dostluk anlaşmaları yapmalıyız.

2-Evrensel hukukun ve ekonominin gereklerini yerine getirmeliyiz.

3-Eğitimde birliği (Tevhidi tedrisat) yeniden sağlayıp, modern eğitim yöntemlerini uygulamalı, gereksinim duyduğumuz alanlarda, gençlerimizi iyi yetiştirmeliyiz.

4-Bilimi, bilim insanlarını; sanatı ve sanatçıyı yeniden baş tacı etmeliyiz.

5-Tüm bunları yapabilmek için donanımlı, yetenekli ve vatansever insanların siyasete girmeleri, halkın desteğiyle seçildikten sonra, acilen yeniden parlamenter sisteme dönmeleri gerekiyor.

Ben bu reçeteye imzamı attım.

Siz?