“Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir”

Başlık tanıdık geldi mi size?

Bu başlıktaki söz bana ait değil. Hani artık unuttuğunuz bir “kara mayıs” vardı İzmir’de? Hani “birileri” çıkıp da İzmirliler'in ezici çoğunluğuyla seçtiği Büyükşehir Belediye Başkanı’nı “tutuklamak” hatta “hapsetmek” için bir kara “kumpas” kurmuştu?

Hatırladınız mı?

2 Mayıs 2011 ve 22 Kasım 2011’de yapılan “kumpas baskınlarından” sonra İzmir’de yaşanan “irade-i milliyeye darbe” öyle bir tepki yarattı ki, iktidar olan AK Parti’nin kimi önemli isimleri bile rahatsız olmuştu.

Aslında Mayıs 2011’de F tipi örgütün yaptığı hem iktidara hem de muhalefete ciddi bir gösteriydi.

Düşünüyorum da 15 Temmuz 2016’da örgütün giriştiği darbe girişimi olmasaydı, İzmir’in yaşadığı “kumpas” acaba yine “beraatla” sonuçlanır mıydı? Baştan itibaren uydurma gerekçelerle yapılan iş, her ne kadar kamuoyunda tepkiyle karşılandıysa da “ateş olmayan yerden duman tütmez” sapkınlığıyla İzmir’de başta sermaye çevrelerinde olmak üzere pek çok odakta “acaba” kuşkusu oluşmuştu. Fakat 15 Temmuz 2016 günü yaşananlar sonrası, yargıda da yapılan “operasyonlarla” durum değişti. 27 Şubat 2017’de verilen beraat kararı sonrası iktidardan yapılan ilk açıklama, zamanın İzmir İl Başkanı Bülent Delican’a aitti:

“Biz bunun FETÖ Terör Örgütü’nün kumpası olduğunu uzun zamandır görüyor ve süreci hassasiyetle takip ediyoruz. Bu davayı başından itibaren de asla siyasi malzeme yapmadık. Başta Sayın Başkan Aziz Kocaoğlu olmak üzere, tüm bürokratlarına geçmiş olsun diyorum” demişti Ak Parti İzmir İl Başkanı.

Kumpası bitiren savcının “zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur” sözü ise tarihe geçmişti ama, bu sözü Türkiye’de FETÖ denen emperyalist işbirlikçisi örgütün tüm geçmişini tanımlayacak derinlikte olduğuna inanıyorum. Rahmetli Necip Hablemitoğlu’nu gerçekten dinleyip anlasaydı AK Parti, belki 15 Temmuz gibi kahpece bir ihaneti de yaşamayacaktık.

15 Temmuz 2016’nın yıldönümünde, tamamen hafızama dayanarak yazıyorum bu yazıyı. Ne yazık ki geçen beş yılda gerçekten milli hassasiyet içinde objektif çalışmalar yapılmadı. Dökülen onca kana rağmen, bu yapının bence “şifreleri” ya tam çözülemedi ya da çözüldü ama gizlendi.

O kanlı ihanet gecesini hiçbirimiz unutamayız. Onca yurttaşımız, polisimiz katledildi, şehit edildi. Milli İrade’nin merkezi TBMM bombalandı. Silahsız vatandaşlara, çocuk, yaşlı, genç demeden ayrımsız kurşun sıkıldı, insanların üzerinden tanklar geçirildi.

Öyle bir kırılma yaşadık ki aslında, bundan sonraki on yıllarda tarihçiler Türkiye süreçlerini incelerken cumhuriyet dönemi için “15 Temmuz’dan Önce” ve “15 Temmuz’dan Sonra” diyecekler. Çünkü toplumsal tüm dengeler, alışkanlıklar hatta gelenek ve bakış açıları bile değişti. Fakat böylesine büyük bir kırılma sonrası, olmaması gereken en kötü şey de oldu, geldi başımıza. “Hafıza-i beşer, nisyan ile malûldür” lafı neredeyse “milli siyaset sözü” oldu. 2016 öncesi tüm yaşananlar unutuldu. “Hesap” sadece “kullanılanlardan” soruldu. Beyin takımı ya kaçtı ya kaçmasına göz yumuldu ya da “affedildi”. On yıllarca örgüte “eyvallah” diyenler, o kanlı gece, gündüze dönerken “ne yapalım kandırıldık” diyerek “nisyan ile malûl olan” hafızalara güvendi.

Örgütü yıllarca “gözeten” ne yazık ki Türkiye’nin “merkez sağ” oluşumlarıydı. Banka, dershane, fabrika, gazete, televizyon, radyo, okul, üniversite açmalarını “alkışlarla” kabul edenler, açılışlarda kurdele kesenler, etkinliklerde salya sümük “gel hocam hasret bitsin” diyenler özeleştiri yapmadı ama, örgütün “ham yapmasına” göz yumulan 15 yaşında yüzlerce çocuk bir gecede “harcandı”. Oysa o özeleştiriler o kadar önemliydi ki!

Şu anda iktidar sözcüleri, yarınları, yarınlarda yapılacak derin araştırmaları hesaba katmadan, sıkıştıkları noktada her muhalifi “FETÖCÜ” diye yaftalamaya çalışıyor ya? İşte bunun bu kadar kolay yapılmasının bir nedeni de göz yumulan örgütün dev bir “para imparatorluğu” oluşuydu. Adına “FETÖ Borsası” denen yapıyı da duydunuz, biliyorsunuz. Bugün net ve tam bilinmese de yarınlarda tarih mutlaka yazacaktır.

15 Temmuz 2016’ya giden yolda son 4 yılda yaşananlara dikkat çeken, uyaran ama AK Partili olmayan objektif gazeteciler, bilim insanları, hukukçular dinlenebilseydi, inanın bugün Türkiye belki de gerçekten “demokrasi ve milli birliğin” keyfini yaşayan ülke olurdu.

7 Şubat 2012’de yaşanan MİT Başkanı'nın savcılığa çağrılması, aslında 15 Temmuz'un yoluna döşenen önemli bir taştı. Dershanelerin kapatılması ve 17-25 Aralık 2013 operasyonları, uzun yıllar “yağan yağmurda beraber dolaşanların” arasına yıldırım düşürdü. İktidar, 2013 öncesi ve sonrası gibi bir ayrım yaparak belki rahata erdi ama, unuttuğu bir şey vardı o da tarih! Muhalefet 17-25 Aralık operasyonlarını siyasi değerlendirdiği için, bugün bile bazı iktidar sözcüleri tarafından “ama siz de 2013 sonrası sahip çıktınız” ithamıyla karşılaşıyor. Oysa 2002 ile 2013 arasında 11, 2013-2016 arasında ise 3 yıl var. 11 yılı bırakıp, ki daha fazladır merkez sağın bu yapı ve benzerleriyle ilişkisi, 3 yılı öne sürmesi objektif tarihçileri şaşkınlıkla gülümsetecek bir yaklaşımdır. Tekrar edelim, iktidar partisi inanılmaz şekilde “hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” sözünün sırrına vakıf olmuş.

Suçlama, karalama, itham ve iftira ile açıklanamaz böyle bir ihanet. Bugün “içeride” kaç kişi var, mahkemeler nasıl sürüyor, ifadelerde, savunmalarda neler demişler, kim kaç yıl almış, kimler itirafçı olmuş, itirafçılar neleri itiraf etmişler, zengin itirafçılar çıkınca tüm servetlerini geri almış mı, yargıda, emniyette, askeriyede, eğitimde gerçekten tam temizlik oldu mu?

Olduysa “temizlik” sonrası düzenin adı ne?

15 Temmuz 2016’yı bugün tüm ayrıntılarıyla konuşup tartışamıyoruz. Buna benzer tarihsel olaylar, yaşandığı yıllarda hep böyle olmuş. Ama inanıyorum ki gelecekte, nasıl “İzmir Suikastı” özgürce tartışılıyorsa bugün, 15 Temmuz 2016 da tartışılacak.

Cuma gününe size biraz “İzmir ve 15 Temmuz öncesi, sonrası” yazayım “hafızamdan”. Bu örgüt İzmir’de neler yaptı derseniz, bir sözüm var:

Ya zengin etti ya rezil etti, alem de seyretti!

***

Vali Köşger’in bir yılı

Yazdıklarımı, söylediklerimi asla inkâr etmem. Vali Yavuz Selim Köşger İzmir’e atandığında gerçekten heyecanlanmıştım. 'Çok uzun zamandır halkla ilişkileri bu kadar ciddiye alan bir vali olmamıştı İzmir’de' bile demiştim. İnkâr etmiyorum, vali bey “tek kanallı da” olsa toplumsal ilişkilere hala önem veriyor.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Valimiz Yavuz Selim Köşger, Yeni Asır Gazetesi Haber Müdürü Erhan Gülenç ve muhabir Nida Aladağ'ın sorularını yanıtlamış makamında. Kısa cümlelerle sorulan tüm sorulara cevap vermiş. Kaçırır mıyım, üç beş kez okudum. Daha önce de yazdığım gibi, ben “işkembe-i kübradan” yazıp Çeşme’nin “Beach Club” minderlerinde güneşlenenlerden olamadım. Sıcak soğuk demeden İzmir’in sokakları, tarihi, halet-i ruhiyyesi ile meşgul oldum. Dostum az, tanıdığım çok. Kimseyi de siyasi olarak ayırmamakla birlikte, kırmızı çizgim saygıdır.

Bakanlar Kurulu'nun 09.06.2020 tarih ve 2020/274 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle İzmir’e Vali atandı Yavuz Selim Köşger. 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin ilginç valilerinden aslında. “Devletin Valisi” sıfatı ne kadar uygun bilemiyorum ama, Vali Köşger bir yıldır çoğunlukla iktidar ve iktidara yakın oluşumlarla görüştü. Hatta müteahhit ve iş insanlarıyla da görüşmeleri oldu. İşin güzel tarafı görüşmelerini hep sosyal medyada paylaşma inceliğini de gösterdi. Benim gibi “delilerle” işi olmaz bilirim, ama şu anda Kantar Karakolu çatısında dalgalanan şanlı bayrağımızı her gördüğümde Vali beye hayır selamı yollarım gıyabında. Deprem olmasaydı elbet farklı olurdu da son röportajında bazı cümlelere ciddi takıldım. Konak Meydanı ile ilgili düşüncelerine katılmakla birlikte, umarım tarihi binaya geçtiğinde sıkça balkona çıkar Valimiz. Çünkü bu tarihi meydan şu anda kötü bir otopark durumunda. Aslında iki, üç makale var elimde. İstese hemen yollayacağım Valimize, Konak Atatürk Meydanı’nın tarihini, orada 1922’de neler olduğunu, dünden bugüne değişimleri bilmeli Vali Bey. İdadi ve Adliye binası dışında da ne yazık ki katledilen bir “Sarı Kışla” vardı meydanımızda. Hükumet Konağı arkasında, Kemeraltı’nda Salepçioğlu Camisi'nin güzelliğini çirkince örten iş hanının yerinde, eskiden ne olduğunu bilse valimiz? Ya da Hükumet Konağı’nın önündeki güzel bahçeyi biri hatırlatsa, şimdi ancak eski fotoğraflarda görülen o güzel bahçe artık yok mesela.

Vali Köşger’in tarihe merakı takdirlik bence. Çünkü İzmir’in geçmişinde tarihsel dokunun imhasını izlemiş ve hatta teşvik etmiş nice vali ve belediye başkanı da var. Fakat Sayın Vali’nin bir yılını her şeye rağmen tebrik ederken, bir kötü hastalık gibi yayılan “ayrımcılığa” sırt dönmesini diliyorum. AK Partili ya da CHP’li ne olursa olsun hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit yurttaşlarıyız. Ve “gideceğimiz” yer de aynı! Vazgeçilmez olansa “gittikten” sonra gök kubbede hoş sada bırakmaktır!

***

Bugün de olmadı…

Yetmiyor işte… Yazılar uzun oluyor diye şikâyet ediyorsunuz ama öylesine konu var ki yazmak istediğim. Vallahi altından kalkabileceğimi bilsem, inansam, gazete yönetiminden bir gün daha isteyeceğim yazmak için. Konulara bakın hele: Pazaryeri Mahallesi’nde Tunç Soyer Başkan çocuklara havuz yapmış. Öyle güzel dönüşler alıyorum ki. Ama gidip kendim göreceğim, o zaman da “HasanTahsince” yazacağım. “Arka sıradakiler” hiç bu kadar umutlanmamıştı İzmir’de. Öte yandan Bayraklı gerçekten “devletini” arıyor. Bunu başlık yapacağım cumaya. Hafriyat firmalarına bu özgüveni kim veriyor bilmiyorum ama sanki Bayraklı’da depremin öldürmediği biz yurttaşları, bu yıkımlar öldürecek. İzmir Emniyet Müdürü de değişmiş galiba. Hayırlı olsun ve umarım o da “gideni” aratmaz.

Bende konu çok, cuma ola hayrola.