Sen nasıl bir yıldın ey 2020. Hani gelmesen daha iyi olurmuş. Bir yandan tüm dünyayı çok yordun, diğer taraftan da insanlığa çok şey öğrettin. Ama öğrettiğin en değerli şey, umutlarımızı hiç yitirmemek.

Bir yıl önce kim bilebilirdi ki, bu işin bu kadar büyüyeceğini? Tüm dünyayı, ülkeleri, kentleri hatta evlerimizi hapishaneye çevireceğini, hatta gönüllü olarak evlerimize kapanıp, hapis olmayı isteyeceğimizi kimse bilemezdi. İleriye yönelik öngörüde bulumayı bile beceremiyor, tüm dünyanın saygı duyduğu duayen insanlar, “Bu iş şöyle, şu zaman sonlanır, bak buraya yazıyorum” demek bile yeteneğimizin, deneyimimizin, bilgimizin dışında.

NELER ÖĞRENDİK?

Ama bu Kovid-19 bize her zaman hayatın, hem bireysel, hem de küresel bazda bir süpriz yapabileceğini, bunun için de aklımızı başımıza toplayıp, yaşantımımızı gözden geçirmemiz gerektiğini gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Hem de gözümüze soka soka.

Peki neler öğrendik yaşam adına. Öncelikle “hayatın lay lay lom” olmadığını. Ciddi olarak yaşamımızı planlamamızı, önlemlerimizi almamız gerektiğini. En çok da değer bilmezliğimizin son derece yanlış olduğunu. Elimizdeki değerler için daha hassas olmamız, hatta üzerine titrememiz gerekliliği kafamıza balyozla çakıldı.

BAHANE ÇOK

Ailemizi, yakınlarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı nasıl da teğet geçmişiz bu zaman içinde. Aptal teknolojinin esiri olup, en yakınımızdakilere bile zaman ayırmamışız. Çocuklarımıza bile yeterince zaman ayırıp, zamanımızı paylaşmamışız, sevgimizi aktaramamışız. Bunlar için de hep iyi bir bahane bulmuşuz. Zaten denizdeki kumdan daha çok bahane var. Sen istemedikten sonra...

Bir evin içine kapanınca, birbirimizle yaşamayı öğrendik öncelikle. Sevgiyi, anlaşmayı, birbirine birey olarak saygı duymayı öğrendik tekrar. Aslında birbirimizle keyifle paylaşacak bu kadar çok şey varken, neden bunları yaşamın kargaşası içinde göremediğimizi fark ettik. İşte o zaman pek çok kişi birbirine daha sıkı sarıldı, destek oldu, destek verdi.

BEYNİMİZİ KEŞFETTİK

Aklı başına gelenler de, 'ben neler yapabilirim' diye düşünmeye başladı. Açlık sofuluğu bozar derler. Ayakta kalabilmek adına, aile bireylerini korumak adına şu bin 250 gramlık, kafatasımızın içindeki değerli organımızı çalıştırmaya başladık. Tamam Kovid-19 diye bir musibet var başımızda, bunu biliyoruz. Ama bu benim bahanem olamaz. Bahane karın doyurmuyor. Bahane ile kirayı ödeyemiyorsun. Eee kasap da bahane karşılığı et vermiyor zaten...

Birincisi insanlar bu koşullarda değişik iş olanakları aramaya başladılar. Bazıları sektör değiştirdi. Kimisi yüzüne bile bakmayacağı işlerde çalışmaya başladı ailesini ayakta tutabilmek adına. Özellikle otellerde, seyahat acentelerinde, ulaştırma sektöründe çalışanlar, turist rehberleri, üç kuruş kısa çalışma ödeneği alsalar bile, bu parayla geçinemeyince arayış içine girdiler.

KENDİMİZİ GELİŞTİRDİK

Diğer taraftan da kendimizi geliştirmek adına yapmaya başladığımız işler oldu, hala da var. Öncelikle balkonlarda sebzeler yetiştirdik, hobi seracısı olduk. Ekmek mesela... ekmek ustası oldu pek çoğumuz. Pizzalar, börekler, çörekler... Neler yapmadık ki. Ta ki bu işlerden sıkılıncaya kadar. Sonra başka işler aramaya başladık kendimize. Bu işte de en büyük yardımcımız internet oldu, oluyor. “Google Amca” sağolsun. Ne sorsan biliyor. Hem de saniyesinde cevap veriyor. Bu derece yani...

KRİZLER, FIRSATLAR

Aslında baktığımız zaman, krizler fırsata da dönüştürülebiliyor. Tekstilde ihracat durdu, öldük, bittik demeye kalmadan, koruyucu maskeler üretmeye başladılar. Yurt içinde satılan yüz milyonlarca maskeyi ürettikleri gibi, milyonlarcasını da ihraç ediyorlar. Diğer bir taraftan kimya sektörü dezenfektan üretmeye başladı, onlar ciddi işler yaptılar, yapıyorlar.

Gelelim turizm sektörüne. Herhalde en şanssız sektör turizm sektörü. Acentecisi, otelcisi, ulaşımcısı, restorancısı, rehberi... Ortada turist olmayınca, kimi otelinde yatıracaksın, kimi gezdireceksin, kime yemek yedireceksin. Ama personelin maaş bekler, tesisin iş olmasa bile bakım ister, ister de ister. Ama sen turist istersin gelmez. Gelse de eser miktarda. Getirisi kimseyi tatmin etmez.

DOLDUR BOŞALT TURİZM

Büyük oteller, ucuz kitle turizmi yapanlar krizden en çok etkilenenler. Tarzları sürümden kazanmak. Doldur boşalt, üç kuruşa turizm yap, yap da millet turizm yaptığını sansın. Turist sayısı on milyonlarca olunca, dertler de o derece fazla oluyor tabii. Bu dertlerden muzdarip olan turizmcilerin sayısı da.

“Ne yapalım yani? Turist mi getirmeyelim memlekete.” Tabii ki değil, turist getireceğiz ama, kalitelisinden. Sayısı az, getirisi fazla cinsinden. Turizmde en az etkilenen segment hangisi biliyor musunuz? Lüks turizm. Evet, parası olan kesim sıkış tepiş olmayan, butik otellerde, villalarda, özel yatlarda mis gibi tatillerini yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Çünkü paraları var, çareleri var. Bir de özel uçağı ile seyahat eden kesim var ki, onların umurunda bile değil. Uçaklar kalkıyormuş, kalkmıyormuş. Atlayıp uçaklarına gidiyorlar, istedikleri yerde tatillerini yapıyorlar.

Demem şu ki, Post-Kovid döneminde artık üst üste, pamuk balyası gibi seyahat etmek daha az göreceğimiz bir turizm şekli olacak. Seyahatlar pahalanacak ama insanlar asla seyahat etmekten vaz geçmeyecekler. Seyahatlerinin süresini, sayısını ve şeklini değiştirecekler. Mümkün olduğunca kalabalıklardan uzak tatil yapma eğiliminde olacaklar. Kırsal turizm, villa turizmi, sakin turizm öne çıkacak.

UMUDUMUZ YİTMESİN

09 olarak en büyük yarayı biz aldık. Bu doğru, ama mutlarımızı yitirmeyeceğiz. Nedeni de şu; İnsanlar seyahat etmekten vaz geçmezler. Seyahat virüsü, Kovid virüsüne benzemez. Bunun aşısı, ilacı yok. Seyahat virüsü vücuda bir girdi mi, mezara kadar vücuttan çıkmaz. Çıkmasın da zaten. Çıkmasın ki, hem biz seyahat edebilelim, hem de turizmci olarak seyahat edenleri ağırlayabilelim. Yani çalışalım ve emeğimizin karşılığı olan paramızı kazanalım.

Artık şu turizmi yönetenler de, ister bakan olsun, ister sektör mensubu, ister belediye başkanı, lütfen ama lütfen şu populist yaklaşımları bıraksınlar. Bıraksınlar bu 40 milyon, 50 milyon turist gelecek laflarını. Az ama öz turist getirecek turizmi desteklesinler. Çünkü geleceğin turizm şekli bu. Doğa en büyük sermayemiz. Ardından kültür varlıklarımız geliyor. Siz bu ikisini koruyun, turist siz istemeseniz de gelir, merak etmeyin.

Yeni yıl, yeni umut! Yaşamımızın olmazsa olmaz besini bu. Her şey bitebilir, yitebilir, ama ümidimizi yitiremeyiz. Dik duracağız, yol arayacağız, yol bulacağız. Başka çaremiz yok.