Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.
Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyor, bir ağacı kesip devirirken hemen diğerine geçiyormuş.
Gün boyu ne dinleniyor, ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş.
Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.

***

İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş.
Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuçta ikinci adamın çok daha fazla ağaç kestiği ortaya çıkmış.
Birinci adam bu duruma kızmış, öfkelenmiş. "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin varsa sırrı nedir?" diye sinirli biçimde sormuş.
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: "Ortada bir sır falan yok ki! Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir. Bunu senin de bilmen gerekirdi."

***

Hükümdarın birinin beyaz bir atı varmış.
Hükümdar, bu atını çok severmiş. Bir gün bütün maiyetinin yani kendi adamlarının hazır bulunduğu bir sırada; “Bu beyaz atımın ölüm haberini getirenin kafasını uçurabilirim. Çok dikkatli olun. Çünkü bu beyaz atı canım kadar seviyorum. Onun ölüm haberi bende kriz geçirtebilir” demiş. Günün birinde, her şeyin eceli geldiği gibi beyaz atın da eceli gelmiş ve hükümdarın o beyaz atı ölmüş.
Hükümdarın adamlarında bir telaştır kopar.
Kimse cesaret edemez ki, beyaz atın ölümünü hükümdara haber versinler.
Seyis başı, düşünür taşınır, olacak gibi değil.
“Ben gidip hükümdara haber vereceğim. Öyle olsa da, böyle olsa da bizim kafa nasıl olsa gidecek” der.
Seyis başı, hükümdarın huzuruna çıkar: “Hükümdarım, sizin beyaz at var ya...”
“Evet, var” der, hükümdar.
Seyis başı: “O beyaz at yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor” der.
Hükümdar: “Seyis başı, seyis başı desene, bizim beyaz at öldü...”
Seyis başı: “Aman hükümdarım. Ben demedim, siz dediniz hükümdarım, siz dediniz” der ve kafayı kurtarır.

***

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Her gün pencerenin önüne gelir onu izlermiş.
Günlerden bir gün bütün cesaretini toplamış ve adama “Hey adam, ben seni seviyorum, uzun zamandır seni beğeniyle izliyorum” demiş.
Adam "Saçmalama yahu, sen bir kuşsun, ben ise bir insan, durduk yere sende nereden çıktın?" diye bunu içeri almamış, pencerenin önünden kovalamış.
Ama kırlangıç yine gelmiş "Tamam seni hiç rahatsız etmeyeceğim" demiş ve eklemiş "Sadece çok iyi dost olalım, bu bana yeter" demiş.
Adam yine kabul etmemiş ve onu yine kovalamış.
Kırlangıç tekrar gelmiş "Bak bana, hava çok soğuk, seninle çok iyi arkadaş olalım, beni içeri al yoksa soğukta donacağım" diyerek şöyle yalvarmış: "Beni içeri almazsan sıcak ülkelere göç etmek zorunda kalacağım. Lütfen, ne olursun, beni içeri al..."
Adam kırlangıcın gözünün yaşına bakmamış ve onu yine almamış.
Kırlangıç, üzgün bir şekilde başını önüne eğmiş ve gitmiş.
Aradan epeyce çok zaman geçmiş.
Adam pişman olmuş, yaz gelmiş, diğer kırlangıçlara sormaya başlamış.
Ama o kırlangıcı gören olmamış.

***

Kıssadan hisse:
Baltayı keskin tutmak, çok çalışmaktan öndedir.
Söyleyeceğiniz söz için seçeceğiniz tarz, kellenizi kurtarabilir.
Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer...
İyi tatiller...