Başkalarının Hayatı-Das Leben der Anderen-(2006)

Yönetmen: Florian Henckel von Donnersmark.

Oyuncular: Ulrich Mühe, Sebastian Koch, Martina Gedeck, Thomas Thieme.

Whatsapp Image 2025 08 18 At 17.07.18

“Başkalarının Hayatı-Das Leben der Anderen” bir sistemin çöküşünün ve insan haysiyetinin vazgeçilmezliği üzerine etkileyici bir hikaye anlatır. 2007 Uluslararası En İyi Film Oscar’ı yanında BAFTA ve César gibi önemli ödülleri kazanan film genç yönetmen Florian Henckel von Donnersmark’ın ilk uzun metrajıdır. İlk filminde bu kadar çok önemli ödüle layık görülen başka yönetmen de olmadı.

1984 yılının Doğu Berlin’i, duvarın yıkılmasından dört yıl öncesidir. Yıpranmış komünist rejim tüm gücüyle otoritesini hissettirme çabası içindedir. Gizli servis Stasi rejim karşıtlarını, entelektüelleri, sanatçıları izleyip rapor tutar. İşbirlikçi muhbir sayısı toplumda Stasi memurundan daha fazladır. Başkan Eric Honecker üzerine eleştirisel veya alaycı sözler sarf etmek mümkün değildir. Yapanları ertesi gün yeni bir hayat akışı bekler. Otoriter rejimin korku dalgası hayatın her kademesine yayılmıştır. Devletin yetkilileri koltuklarını kaybetmek korkusuyla farklı düşüncelere tahammülsüzdür. Düşünmeye yeltenmeyi bile kontrol altına almak arayışı içindedirler.

Öykü, yazar Georg Dreyman’ın (Sebastin Koch) izlenmesi için evine yerleştirilen dinleme cihazları noktasında açılır. İnanmış bir sosyalist olan Dreyman’ın muhtemel bir karşıt görüşlülüğü var mıdır? Bakan Bruno Hempf (Thomas Thieme) bu emri verirken politik görüşten çok yazarın sevgilisi, ünlü oyuncu Christa Maria Sieland’a (Martina Gedeck) olan tutkusu ön plandadır. Yazarı ortadan kaldırmaya tek bir karşıt söz bile yetecektir.

İnanmış bir devlet ajanı olan Gerd Wiesler (Ulrich Mühe) görevlerini büyük bir titizlik içinde yürüten, duygularını belli etmeyen bir adamdır. Yalnız ve sessizdir. Wiesler bu izleme için görevlendirilir. Dreyman ve Maria ilişkisini de tüm mahremiyeti içinde izlemeye başlar. Evdeki sanat üzerine konuşmalar, piyano sonatları da notları içinde yer alır. Tüm bu izleme ona yaşamda başka hayatların da olduğunu göstermeye başlamıştır. Bakanın ve üstü Grubitz’in (Ulrickh Tukur) çıkarları için bu görevlendirmeyi yaptıklarını da fark eder. Gizlice eve girer ve masanın üzerinden bir Brecht kitabı çalar.

Batı Almanya’nın haftalık politika dergisi Der Spiegel’de yayımlanan bir mektup tüm yetkilileri telaşlandırır. Mektup 1977’den itibaren Doğu Almanya’da intihar kayıtlarının tutulmadığını ve bu sayının Macaristan kadar yüksek olduğunu belirtmektedir. Mektup Dreyman tarafından batıya sızdırılır. Bir sanatçı arkadaşının intiharı, ona bu mektubu yazdırır. Evindeki döşeme altında sakladığı gizli bir daktiloyla yazmıştır. Malum her daktilonun kendine özgü bir yazı stili vardır ve şeritlerde iz bırakır. Otoriter rejimler için daktilo şeridi önemli deliller arasındadır. Wiesler, Dreyman’ın bu gerçeğini bilmektedir. Gammazlayacak mıdır?

“Başkalarının Hayatı” otoriter rejimlerin birbirine ne kadar çok benzediğini kanıtlıyor. Ayrıca bu bağlamda insan doğasının zayıf yönleri üzerine de duygusallığı yoğun kişisel bir hikayeye giriyor. Muhbirlik yani kendini konsolide etmek çabası karşısına dikilen haysiyet mücadelesi bu tür rejimlerin bir gerçeği. Filmin karakterleri arasında yaşanan kırılma noktaları da bu iki unsur üzerinde yoğunlaşıyor. Politik dönem kişisel portreler üzerinden vurgulanıyor, geniş anlamda açılım olmuyor.

Bazı filmlerde final jenerik akarken insan oturur kalır ya… “Başkalarının Hayatı” ‘da bu tür bir etki yaratıyor seyircide.

*************

Whatsapp Image 2025 08 18 At 17.07.32

Bella’yı kim öldürdü?

Bella’nın Ölümü-Belle-2024-TOD

Yönetmen: Benoit Jacquot.

Oyuncular: Guillome Canet, Charlotte Gainsbourgh, Patrick Deschamps, Pauline Nyrls.

*Bazı filmler yanıtları seyircinin zihnine bırakıp perdeyi kapatırlar. Karanlık, gizemli, kafa karıştıran havaları vardır. Belçikalı polisiye roman yazarı George Simeneon’un 1952 yılında yazdığı “La Mort de Belle-Bella’nın Ölümü” adlı romanın sinema uyarlaması da bu sularda yüzen bir film. Simeneon romanlarının ünlü detektifi Maigret bu kez yok, onun yerine okuyucu/seyirci iz sürüyor. Romanın Türkçeye ilk çevirisini yapan da Bilge Karasu’dan başkası değil.

Ortada bir cinayet olmasına karşın “katil kim?” sorusuna yanıt arayan bir öykü değil. Cinayetle suçlanan bir adamın yaşadığı psikolojik baskıyı ve bunun çevresine yansımasını ele alıyor. Onun gözünden suçluluk psikolojisine tanıklık ediyoruz. Sonuçta ortada da bir katil var, inkar edilemez. Peki o kimdir?

Fransız sinemasının iki ağır topu Charlotte Gainsbourgh ve Guillome Canet’nin başrollerde oynadığı filmin yönetmeni yine deneyimli bir isim Benoit Jacquot. Fransa’nın isimsiz bir kasabasında George Simenoen Lisesi’nde (tesadüf ya yazarın adını taşıyan lise) matematik öğretmeni olan Pierre bir gecede cinayet zanlısına dönüşür. Kendi dünyasını kurduğu, ara sıra karşı komşuyu röntgenlediği bodrum katında çok sevdiği olasılık formüllerini çözmeye çalışırken camı vurulur. Yağmur altında, cama vuran evlerinde kalan misafir kız öğrenci Bella’dır. Odasına çıktığını var saydığımız Bella ertesi gün boğulmuş ve tecavüze uğramış olarak yerde bulunur.

Karısı Clea arkadaş toplantısından geç vakitte döndüğünde evde bir anormallik görmemiştir. Bella eve yalnız mı gelmiştir? Pierre’in odasına çıktığını, uyumaya çalıştığını görmüştük de sonraki saatlerde bir şeyler olmuş mudur? Polis araştırmaları başlar. Cinayetle ilgili Pierre aleyhine herhangi bir kanıt bulunamaz. Toplumun ve medyanın bakış açısı her geçen gün Pierre’i köşeye sıkıştıracak şekle dönüşmeye başlar.

Ailenin düzeni, karı koca ilişkisi derinden sarsılır. Clea’nın şüpheci bakışları bir süre sonra kocasına desteğe dönüşse de, kafasında bir acaba vardır? Pierre soğukkanlı, kontrollü bir katil olabilir mi? Yoksa sahiden hiçbir şeyden haberi olmayan, kendi halinde, kayıtsız, hatta sıkıcı bir adam mıdır? Bu ikircikli durumu Guillome Canet müthiş bir oyunculukla yorumlamış. Büyük tepkiler göstermeyerek inandırıcı bir sükûnet içinde üzerine gelen baskıları yumuşatıyor. Suçlu bir insan psikolojisinin dağınıklığını göstermez. İfadesiz bakışları herhangi bir ızdırap veya üzüntü göstermez.

Charlotte Gainsbourgh, sıradanlık ve sıra dışılık arası sıkışmış karakterlerde parlar. Clea’da bir kez daha böyle bir karaktere hayat vermiş. Tek eksiği karakterin çok derin yazılmamış olması.

İlk sinema uyarlaması 1961’de yapılmış olan roman, orijinalinde Amerika’da geçer. Bu kez öykü Fransa’ya taşınmış. Gizemli, kurşuni hava öyküye çok iyi uyum saplamış. “Bir Düşüşün Anatomisi”’nde potansiyel suçlu Sandra ve Pierre arasında bir paralellik kurmak mümkün.

***********

Whatsapp Image 2025 08 18 At 17.07.46

Yaşamın sıradanlaşmış kötülüğünden insan portreleri

İhtiyarlara Yer Yok-No Country for Old Men-(2007)

Yönetmen, Senaryo: Ethan ve Joel Coen

Oyuncular: Javier Bardem, Tommy Lee Jones, Josh Brolin, Woody Harrelson, Kelly Macdonald.

Sıra dışı karakterleri, sert, kanlı olduğu kadar da zekice yazdıkları senaryolarıyla kendilerine özgü bir sinema dili yaratmayı başarmış olan Coen Kardeşler’in çıtayı biraz daha yükselttikleri film ”İhtiyarlara Yer Yok” oldu.

2008’de bu filmin kazandığı 4 Oscar ödülüyle artık herkesin tanıdığı yönetmen/senarist ikilisi oldular. Pulitzer ödüllü yazar Cormac McCarthy’nin aynı adlı romanından yaptıkları uyarlama, atmosferik olarak bir Güney gotiği, modern bir western gibidir.

Coen’lerin romandan gelen tekinsiz atmosferi yüklediği film toplumsal depresyonu ve çıkışsızlığı baştan sona hissettirir. Uçuk, kaçık tipleri, absürt komediyi yaratmadaki bilinen yetenekleri yanında ilk kez toplumsal şiddet üzerine mesaj verdikleri kaygılı bir filme imza attılar.

Daha ilk karelerden itibaren boş, ıssız Amerika doğasına eşlik eden, emekliliği için gün sayan Şerif Ed Tom Bell’in (Tommy Lee Jones) sesiyle açılır. Geçmişte gaz odasına gönderdiği 19 yaşındaki genci anlatır; sadece zevk için 14 yaşında bir kızı öldürmüş genç bir çocuğun öyküsüdür. Aşk cinayeti yazmış gazeteler. “Alakası yok, kendini bildi bileli birisini öldürmeyi kafasına koymuş. Salıverirlerse gene öldüreceğini söylüyordu.” Filmin ruhunu tamamen deşifre eden sözlerdir. İnsanoğlunun varoluşu ve özü arasındaki çelişkilerin en çok görülen örneğidir; yok etmek/öldürmek arzusu. Bu gidişatın nereye varacağını tahmin etmek imkansızdır.

Basınçlı cıvata tabancası ile sakin ve ifadesiz bir şekilde insan öldüren Anton Chigurh (JavierBardem) şüphesiz filmin ruhunu temsil eden baş karakter. B aşlangıç bölümünde Chigurh ile benzin istasyonunda çalışan yaşlı adam arasında sinema tarihinin en ilginç diyaloglarından birisi geçer. Öldürmek için kendisine geçerli bir neden arayan katil ve bundan zerre haberi olamayan avı arasındaki gerilim yazı tura ile sonlanır. Sebepsiz öldürme güdüsü karşısında sıradan insanın çaresizliği bundan daha güzel anlatılamaz. Kötülüğün sıradanlaşmasını gösteren olağanüstü bir sekans.

Karakter yaratmadaki ustalıklarını atmosfer ve mekan konusuna da taşıyan Coen Kardeşler, yıllardır birlikte çalıştıkları görüntü yönetmeni, ışık cambazı olarak tanınan Roger Deakins’ten en büyük desteği almışlar. 2008 Oscar ödüllerine ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti’ ve ‘İhtiyarlara Yer Yok’ ile iki filmdeki işçiliğiyle aday gösterilen Deakins’ınkamerası sıcak, bunaltıcı, çorak Teksas manzaraları ile karanlık, tekinsiz iç mekanlar arasında gezinirken karakterlerin ruhlarını resmeder adeta.

Filmin büyük bir bölümünde sessizlik hakimdir veya sinir bozucu çevre gıcırtıları duyulur. Tıpkı Sergio Leone westernlerindeki bir şey olmadan önceki gergin atmosferlerde olduğu gibi. Carter Burwell tekinsiz, gergin tonlardaki müziğiyle ortama gereken katkıyı yapar. Bu atmosfer tüm film boyu ‘kara bir western’ gibi akar, gider.

Her şey Lleweyn Moss’un (Josh Brolin) antilop avlarken çorak arazide tesadüfen birçok ceset ve siyah bir çantada iki milyon dolar bulmasıyla başlıyor. Para ve cesetler uyuşturucu satışı sırasında çıkan çatışmadan geriye kalanlardır. Böyle bir paradan ne Moss’un ne de gerçek sahiplerinin vazgeçmeye niyeti vardır.

Peşine düşen adamların tetikçisi psikopat katil Chigurh'dur. Adam öldürmeyi en ufak duygu emaresi göstermeden, sadık bir görev bilinci içinde yürüten Chigurh, bu film sonrası sinema dünyasının en çarpıcı katilleri arasındaki yerini aldı. Kurbanlarını öldürmeden önce kısa ahlaki bir söylev ile aydınlatmayı da asla ihmal etmez. Görev bilincinden bahseder. Filmin sergilediği vahşi, acımasız modern yaşam tablosuna en fazla katkı yapan karakterdir. Bu rolüyle 2008 En İyi Yardımcı Oyuncu Oscar’ını (filmde baş rol erkek oyuncu olmadığını da belirtmek lazım) kazanan Javier Bardem bunu fazlasıyla hak eden bir performans sunar, perdede her çıkışı merak yaratır, acaba kimi, nasıl öldürecektir? .

Öykünün en bilge karakteri Tommy Lee Jones’un canlandırdığı Şerif Ed Tom Bell, değişen, yozlaşan insan karakterine akıl sır erdiremeyen, üçüncü sayfa haberleri karşısında sarsılan, yılgın bir kimlik. Ne ara insanoğlu, bu kadar vahşileşebilmiştir? sorusuna yanıt veremeyen, çaresiz bir kanun adamıdır. Kariyerinin en akılda kalıcı, simgesel karakterlerinden birisine hayat verir.

Josh Brolin, dürüst olsa da, para karşısında yoldan çıkan Lleweyn Moss karakterinde ikilemleri yaşar. Kanunsuzlar dünyasının adamı değildir, para onu buralara sürükler, avcı gibi davranan biçare bir avdır gerçekte.

Seyircinin beklediği final, katarsis gelmez. Amerikan sinemasının tanıdık ahlaki çözümlemeleri gerçekleşmez. Film sonrası ‘ne oldu şimdi?’ diye sorarsanız, Coen Kardeşlerin de istediği sonuçsuzluk, boşluk duygusunun devamına eşlik edersiniz.

Şerif Bell’in ihtiyar adam ve karısıyla olan konuşmalarında tam anlamlar çıkmasa da yaşamın ve acımasızlığın değişmeden devam edeceğini hatta daha da kötüleşeceğini anlarız.

İçine girilmesi zor bir film ‘İhtiyarlara Yer Yok-No Country for Old Man’ bittikten sonra da düşündürecek müstesna bir başyapıt.