“O kara yıl, 1938 yıllardan; 29 Mayıs’ı 30 Mayıs’a bağlayan gece… Atatürk'ün, akşamdan geçirdiği rahatsızlık üzerine Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’i çağırdık. Sayın İrdelp, bu muayenesinde karında su toplanmaya başladığını ilk defa dile getirdi. İşte o gece, vakit gece yarısını iki saat geçmekte… Bu kati teşhisin uyandırdığı endişe, beni tarif edilmez derecede rahatsız ediyor. Saatin bu kadar ilerlemiş olduğunu düşünemeyerek telefona sarılıyorum. Ankara'yı bağlatıyorum. Karşımda Başvekil Celal Bayar. Kendisine aynen şunları söylüyorum: ‘Hastamızın vaziyeti iyi değil.  Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, karında su toplandığını söyledi. Kilosu, nazar-ı dikkatimi celp edecek kadar arttı. Karnında ve ayaklarında şişler var. Ne yapmak lazım geleceğini artık siz takdir edersiniz. Gece yarısından sonra rahatsız ettiğim için affınızı dilerim.’

Başvekil vermiş olduğum haberden müteessir olmuştu. Titrek bir sesle, ‘Anladım Salih…’ dedi, ‘Meşgul olacağım.’

Hemen ertesi gün trene atlayıp İstanbul'a geldi. Atatürk'ün "siroz" denilen o melun karaciğer hastalığına müptela olduğu kati suretle anlaşıldıktan sonra sarayın içini derin bir ıstırap havası kaplamıştı. Hastalık her gün gözle görülebilecek bir seyirle ilerlemekteydi. Savarona yatından saraya dönüş çok hazin oldu.

Büyük Şef artık bir yatak esiriydi. 2 Eylül 1938 tarihine rastlayan perşembe günü kendisinden ikinci kere teşhis için kan alınmıştı. Doktorlar o günden itibaren Atatürk'ün hiçbir ziyaret kabul etmemesini karar altına aldılar. Bize de ayrıca yanına kimseyi sokmamak için kati talimat verilmişti.

Atatürk büyük bir kriz geçirmekteydi. Dört gün dört gece hastanın yanı başındaki odada bekledik. Kudretini bütün dünyaya teslim ettiren Atatürk'ün, yatıp kalkmak gibi en basit fiziki hareketler için bile başkalarının yardımına muhtaç olması yüreklerimizi paralıyor, ara sıra içerideki odadan iniltileri kulağıma geldikçe tüylerimin ürperdiğini hissediyordum. O gece sabaha karşıydı, saat 6.30'a geliyordu. Yatak odasındaki zili acı acı çaldı. Hemen kunduralarımı çıkararak ayaklarımın ucuna basa basa oda kapısına geldim. Atatürk yatağı içinde oturmuş sigara içiyordu. Kapıdan baktığımı görünce ‘Ve aleykümselam ...’ dedi, ‘Nöbetçi sen misin?’ Sonra gülümsemeye çalışarak ilave etti: 'Salih, gördün mü şu başıma gelenleri?' Kendimi zor zapt ederek, ‘Hepsi geçecek Paşam. İnşallah tamamen iyileşeceksiniz' dedim.”

Geçmedi… Bundan sonraki 70 günde daha da arttı rahatsızlığı.

*****

Bugün bir kocaman yürek öldü dostlar. 25 Nisan 1941’de… Bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün yaveri, asker, siyaset adamı, milletvekili, anı yazarı Salih Bozok öldü; Yalova’da, kendi evinde. Atatürk ile aynı yıl, aynı şehirde; 1881’de, Selanik’te doğdu ya, hayatı boyunca Atatürk’e en yakın kişiydi. Ve Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi figürlerinden biri... Atatürk ile birlikte önce mahalle arkadaşı, ardından Selanik Askeri Rüştiyesi ve İdadisi ile yine İstanbul Harp Okulu’nda sıra arkadaşıydılar. Harp Okulu’nun ardından Salih Efendi jandarma sınıfına seçilmişti. Mustafa Kemal ise Akademi’ye devam edecek, kurmay olacaktı. Salih Bozok, yarbaylıktan emekliye ayrıldıktan sonra bile Mustafa Kemal'in yakınında kaldı. Yarbay rütbesinde ordudan istifa ettiğinde, o zamanki adı “Bozok” olan Yozgat'tan milletvekili seçildi. Mustafa Kemal'in hayatında, sofrasında, her ânında Ata’sını korumaya ant içmişti.

*****

10 Kasım 1938, Perşembe; o kara gün… Saat, 9'u altı geçiyor. Dolmabahçe Sarayı, tek el silah sesiyle irkildi. Sedef kabzalı Smith Wesson'un namlusundan çıkan mermi, adeta çığlık gibi koridorları dolaştı. Hemen alt kata koştular. Salih Bozok kanlar içinde yerde yatıyordu. Silahı kalbine dayamış, tetiğe basmıştı. Atatürk ile birbirlerine öylesine yakındılar ki; Mustafa Kemâl evlendiğinde, Latife Hanım’ın şahidiydi. Zübeyde Hanım rahmetli olduğunda; Mustafa Kemal yetişememiş, Salih Bozok toprağa vermişti.

Biz yine dönelim Dolmabahçe Sarayı’na, o melun zamana: Saat 9'u beş geçe; vefat ettiğinde, Mustafa Kemâl'in başucundaydı Salih Bozok... Elini öptü Ata'sının, hiç kimseyle konuşmadan odadan çıktı. Alt katta kendi odasına geçti. Her daim belinde taşıdığı beylik tabancasını çekti. Soğuk namluyu iman tahtasına dayayıp, tetiğe bastı. Ölmedi Salih Bozok. Mermi, kalbini 2-3 milim sıyırmıştı. Apar topar Şişli Sıhhat Yurdu'na kaldırıldı, ameliyat edildi. -Sözde- kurtarıldı. Canlı cenaze gibi yaşamaya devam etti sonrasında. Canından çok sevdiği Mustafa Kemâl'iyle gidememişti. Hayattan elini, eteğini çekti. Evinden, odasından çıkmadan anca 2 buçuk yıl devam edebildi. Mermiyle delemediği kalbi; kahrından kendi kendine, 82 yıl önce bugün, 25 Nisan 1941 tarihinde, Yalova’daki evinde durdu. Şimdi orada, birlikteler Ata’sıyla… Rahat uyu Ata’m, rahat uyu Salih Bozok, rahat uyuyun bu toprağı kanlarıyla sulayan cesur, vatansever atalarımız; biz varız! Bizden önceki dedelerimiz gibi, bizden önceki babalarımız gibi, dedelerimizden, babalarımızdan bize kalan mirası, vatanımızı, Cumhuriyet’imizi; çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağız. Rahat uyuyun, minnet ve saygıyla…