İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu bir tweet attı, herkes kendince birtakım mali hesaplamalara girmeye başladı.
Baro Başkanı şöyle yazdı: "Seni sevmiyorum" duygusal şiddet oldu. Tazminat tutarı: 20.000.- TL.
Bunu okuyanlardan bazıları 'yaşasın zengin oldum' diye sevinirken bazıları da 'eyvah gitti bütün birikimim' diye üzüldü!
Ben de şöyle bir düşündüm de sanırım bu işten tapi tapi çıkarım.
Bir insana onu sevdiğimi de sevmediğimi de çok rahat söyleyebiliyorum çünkü.
Bütün insanların sevilmeye layık olmadığı da gün gibi ortada değil mi?
Kötü kalpli, hain, kendi mutsuzluğuna etrafındaki insanları da çekmek için gece gündüz plan yapan, sapık, sadist vs. bir insanı ben neden sevmeye çalışayım.
Bu özelliklerin hepsi birden değil sadece bir tanesi bulunsun, evet ben o kişiyi sevmiyorum!
Kan bağım olsa bile sevmek zorunda değilim ki her zaman söylerim: Hiç kimseyi yaşı benden daha büyük ya da arada sadece kan bağı olduğu için sevmek zorunda değilim.

***

Sevmek kadar sevmemek özgürlüğümüz de var derken, bu kararın hangi davanın sonucunda alındığını araştırınca işin rengi de değişti zaten.
Daha doğrusu hangi davalarda...
Mesela bir örnekte Yargıtay, 'karısının hastalığıyla ilgilenmeyen, karısına seni sevmiyorum, bu evde konuşma hakkın yok' diyen kocanın duygusal şiddet yaptığına hükmediyor.
Yani konu sadece 'seni sevmiyorum' sözü değil.
Adam iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta diye söz verdiği eşi hastalanınca ortadan toz olmuş ve evde karısına konuşma hakkı bile tanımıyormuş.
Bu iki unsurun yanında karısına 'seni sevmiyorum' demesi zemzemle yıkanmış gibi duruyor.
Diğer dava sonucu ise çok yeni.
Baro Başkanı da zaten bu dava sonucunda söz konusu tweet'i atıyor.

***
Adam yeni evlendiği eşine “Ben seviyorum zannettim ancak evlendikten sonra sevmediğimi anladım” diyor.
Tek yaptığı bu değil.
Kadını sürekli evden kovuyor. Baba evine götürüp bırakıyor aylarca arayıp sormuyor. Kadın kendi kendine eve döndüğünde ise yine kovuyor, hakaret ediyor, kadın mısın hizmetçi misin belli değil diyor vs.
Ve tüm bunlar da duygusal şiddet sayılıyor.
Sayılmalı da zaten.
Ama tazminat sebebi yine sadece bir insana artık onu sevmediğini söylemek değil.

***
Sevdiklerinize onları ne kadar çok sevdiğinizi söylemekten hiç vazgeçmeyin.
Her fırsatta dile dökün.
Ama eğer artık tam tersini hissediyorsanız da bunu kaba saba davranışlarla gösterip ortalığı kırıp dökmek yerine uygun bir dille söylemeyi tercih edin.
Ve biri yüzünüze artık sizi sevmediğini söylüyorsa da Allah aşkına o insana sıva gibi yapışıp kalmayın.
Kendinizi küçük düşürmeyin. Bakın artık Yargıtay önünüzü de açtı. Verin mahkemeye alın tazminatınızı, yürüyün gidin.

***
İyi düşünce

Hayvan haklarıyla ilgili sözde değil, sammiyetle ilk adımı kim atacak acaba diye merak ederken hamle Türkiye'nin en yeni partisi İYİ Parti'den gledi.
Hayvan hakları savunucularının yakından tanıdığı isim Banu Aydun parti kurucu üyeliği tanıtımında işte bu fotoğrafını kullandı.
Kendi instagram sayfasından da şöyle bir açıklama yayınladı:
"Bu ülkede hayvanların yaşam hakları için verdiğimiz mücadeleyi artık politik düzeyde duyurmak ve uygulamak ve daha birçok şeyin iyileşmesi için bu konuda son derece duyarlı sayın Meral Akşener'in partisinde kurucu üye olarak yer almayı gönülden kabul ettim."
Bu fotoğraf ve bu mesaj özellikle hayvan korumacı kesimi bir anda kelimenin tam anlamıyla 'tavlayıverdi!'
Umarım bir vitrin çalışması değildir. Mecliste hayvan hakları konusunda gerçek anlamda mücadele edecek insanların olması rüya değil de nedir?

oncel-ikinci-bolume

Bu arada konusu açılmış iken:
Hayatı boyunca sol tandanslı partilere oy vermiş biri olarak bu yeni partinin yok adıyla, yok logosuyla, yok Akşener'in ilk gün açıklamalarıyla alay eden özellikle sol görüşlü dostları şiddetle kınıyorum.
Hani demokrasi? Hani çok seslilik? Çok seslilik olacak ama bir tek sizin sesiniz çıkacak öyle mi?
O zaman ne farkınız kalıyor padişah meraklılarından, halifelik rüyası görenlerden?
Sizden ayrı her renge hemen tekme tokat dalmaktan bir vazgeçin.
Bu dünyada ne tamamen iyi ne de tamamen kötü var.
Önyargılarınıza, geçmiş takıntılarınıza, ezberlerinize, sivri köşelerinize, katı kurallarınıza delinin değneğine tutunduğu gibi tutunmaya bayılıyorsunuz.
Durun, önce bir dinleyin, izleyin, kafanız yatmazsa yine bildiğinizden şaşmayın.