Röportaj / Burcu ŞAHİN

Köy okulunda öğretmenlik kulağa artık çok nostaljik bir kavram gibi gelse de Anadolu’dan ışık saçan öğretmenlerin hikayeleri gelmeye devam ediyor. Yozgat’ın Kadıgüllü Köyü’nde sınıf öğretmenliği yapan Bilge Savacı da işte onlardan biri…. Mesleğine tutkuyla bağlı Savacı’nın eğitimi sanatla harmanlama yöntemi yayıncıların, hatta akademisyenlerin bile dikkatini çekmeyi başarmış ve bundan da önemlisi, kendisi öğrencilerinin masal kahramanı olmuş durumda. Bilge Öğretmen’i tanıdıkça, ülkenin geleceğinin böyle öğretmenlerle çok daha güzel olacağına dair, insanın umudu artıyor. Ferit Edgü’nün “O/Hakkari’de Bir Mevsim” adlı romanından kesitleri anımsatan bu keyifli söyleşiye haydi siz de dahil olun.

Öğrencilerin masal kahramanı Bilge Öğretmen kimdir?

Kastamonu Üniversitesi'nden 2008 yılında mezun oldum, 2012 yılında göreve başladım. İlk görev yerim Erzurum'un ardından Yozgat'a atandım ve şu anda halen Yozgat'ın bir köyünde çalışmaktayım.

Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz?

Çalışıp kendi paramı kazanabileceğim bir meslek olarak gördüm tercih döneminde. O zamanlar sevdiğin mesleği yapmak gibi bir bakış açısı yoktu insanlarda. Geleceğini kurtarmak düşüncesi üzerinden karar veriliyordu daha çok.

Çocuklarla olmak nasıl bir duygu?

Çocuklarla olmak daima zihnimi çalıştırıyor. Bu sebeple nerede olursam olayım bir okul ortamında vakit geçirdiğimde, çocuklar az uzağımda oynuyorsa bile ben onların varlığıyla, yaşamaya dair her şeyi yeniden şekillendiriyorum kendi benliğimde. Düşüncelerimle birlikte duygularım güçleniyor, arınıyor, canlanıp ışıldıyor çocukların arasında.

Sosyal medyadaki paylaşımlarınızda herkes çocukluğundan birer parça buluyor. Mesela, karne günüyle ilgili yaptığınız bir paylaşım, yürek burkmuştu. Okurlarımızla da paylaşmak ister misiniz?

Elbette… Karne gününde, ilk kez okutup mezun ettiğim öğrencilerden birkaçı yanıma gelip bana "Öğretmenim, sınıfın birincisi kim?" dediler. Bu soru karşısında şaşırdım ve herkesin kendi dünyasının birincisi olduğunu söyledim. Onlar da şaşırdılar, inanmakta zorlanarak. "Çocuklar, ben ögretmenliğimde hiçbir zaman sınıf birincisi belirlemedim." dedim. "Yani öğretmenim, siz birinciye hediye vermeyecek misiniz herkesin önünde? " dediler, “hayır” dedim.

Bu diyalog bana kendi ilkokul ve ortaokul yıllarımı hatırlattı. Kim daha çalışkansa, kim daha zenginse, kim daha bakımlı veya güzelse, kimin babası daha çok tanınmışsa; hep bakılan, özel hissettirilen, daima ön planda olan, izlenilen, özenilen kişi olurdu. Diğerleri seyirci, özgüveni her gün biraz daha ezilen, kendini var ama yok gibi gören, çocukluğunun tadını, okul ortamında zerre kadar alamayan çocuklardı. Ve bunun sorumlusu, bu atmosferi okulda yöneten, bu hisleri her gün yeniden pay eden kişi daima öğretmendi.

Şehirdeki okullara tayin istemeyi düşündünüz mü?

Bir ara şu sebepten dolayı şehirde de çalışmak istedim; köy-şehir farkını karşılaştırmak için. Her zaman aynı yerde çalışmanın insanı körelteceği fikrinden yola çıkarak istemiştim bunu. Şimdi düşünmüyorum, hatta kendi isteğimle ilçeden köye istedim tayinimi.

Eğitim sisteminiz batıdaki eğitim sistemine benzetiliyor, hangi yönleriyle benziyor?

Eğitimi sanat ve edebiyat üzerinden vermeye çalışıyorum. Mesela geometri ile ilgili tahtaya bir şiir yazıyorum ya da 2 ile 3’ü topladım 5 etti, bununla ilgili bir toplama hikayesi yazıyorum. Ders sırasında horozun ötüşünden ilham alarak o anda bir şarkı yazıyoruz ya da bir çocuğum derse geç kalınca şarkı yazıp besteliyorum. Özellikle çocuk hikayelerini çok etkin olarak kullanıyorum. Çocukların kitaplarla bağ kurmaları konusunda daima titiz çalışmalar yapmaya özen gösteriyorum. Derslerde çocuk kitaplarını oldukça aktif şekilde öğrenmede kullanıyorum. Özellikle hayat bilgisi ve dilbilgisi derslerini çocuk hikayeleri üzerinden anlatıyorum. Çocukların aralarındaki sorunları çözmede veya kişisel sorunlarını çözmede çocuk kitapları oldukça etkili oluyor.

Sınıf tahtasına çok fazla resim çiziyorum, büyük büyük resimler oluyor genelde bunlar ve çocuklar, onları kendi resim defterlerinde yorumluyor. Dünyaca ünlü müzisyenlerin yaşamlarını, sanatsal geçmişlerini araştırarak şarkılar üzerinden eğitimi açıklamaya çalışıyorum. Bu deneyimlerimi, üniversitelerin eğitim fakültesine konuk olduğumda, üniversite öğrencileriyle paylaşıyorum.

Tüm bunlardan yansıyan fotoğraf, yazı ve videoları seneler boyunca sosyal medya aracılığıyla paylaşmamın ardından Kastamonu Üniversitesi'nde Yardımcı Doçent olan İngiltere'de de 4 sene görev yapan Burcu Öztürk, bana derste yaptıklarımın İngiltere'deki okullarda yapılanlarla aynı olduğunu, benim onlardan bağımsız kendi yolumu çizdiğimi söylemişti. “Hatta onlardan daha fazlasını yaptığın düşüncesindeyim” diye de eklemişti.

Eğitimde sanat ve edebiyatı bu kadar aktif kullanmanın çocuklar üzerindeki etkileri neler?

Bir çocuk edebiyat ve sanatta kendi özünü buluyor bence. Çocuğun dünyasında çocuk edebiyatı ve sanat var olmaya başladıktan sonra, çocuk bunlardan kopamaz hale geliyor. Hasta olduğunda bile okula gelmek istiyor.

Bir sanat olarak gördüğüm çocuk edebiyatının en temel özelliklerinden birisi belirsizlikleri somutlaştırmak. Çocuk edebiyatıyla büyüyen çocuklar genel anlamda somutlaştırma konusunda ve somutlaştırma özelliği olan mesleklerde yüksek oranda başarı yakalayacaklardır bence. Örneğin duyguların somutlaştırması. “Öfke” diye bir çocuk kitabı var ve bu kitapta öfke duygusu somutlaştırılıyor. Böylece çocuk daha net biçimde anlıyor duygusunu. Böyle kitapları okuyarak büyüyen çocuklar kendi hayatlarındaki soyut konulara somut bir şekil vererek kendilerini daha iyi anlayabilir, bu anlamı sanata dahi dönüştürebilirler. Meslek olaraksa örneğin öğretmenlik mesleği somutlaştırmaya ihtiyaç duyan bir meslek. Bundan başka tıp gibi içinde insanın, hukuk gibi içinde insan ilişkilerinin olduğu mesleklere çocuk edebiyatının düşünme yöntemleriyle bakabilmek ve bunun üzerinde çalışmak başarı ve tutkuyu artıracaktır diye düşünüyorum. Çünkü çocuk edebiyatında düşünme formülleri var benim bakışıma göre. Bu formüller bireyi ve toplumu anlama konusunda okuru geliştirip, anlatım yeteneğini artırıyor. Örneğin “Kedim Babama Benziyor” diye bir kitap var. Bu kitap aile kavramını hem çok gerçekçi hem de büyüleyici şekilde yeniden ele alıyor. Bu kitabı okumak hukuk gibi içinde aile ile ilgili konuların da yer aldığı bir alanda çalışan kişinin bakış açısını daha güçlü hale getirecektir. Örneğin Erika Bartos'un hasta insanlara merhameti anlatan “Hastayım!” isimli kitabının bir doktorun meslek sevgisini artıracağını düşünüyorum. “Sır Versem Saklar mısın?”  kitabında işlenen konuyu anlatmak çok zor ve kitap bu zorluğu iyi sırlar ve kötü sırlar diye ikiye bölerek örneklendirdiği bir anlatımla başarılı bir şekilde aktarıyor okura. Bu da anlatım yöntemi geliştirme konusunda bir formül sunuyor bize. Bu formülü ve başka formülleri kendi anlatımlarımız için kullanmak mümkün.

Kişisel sınırlara değinen kitaplar da var, örneğin “Tırtıl Tütüyor” isimli bir kitapta bu sınırlardan bahsediliyor. Bu sınırlar üzerine düşünmek, yeni bakış açıları geliştirmek okuru kişisel, toplumsal ve mesleki açıdan daha başarılı ve dengeli kılacaktır diye düşünüyorum. Çünkü hem kendimizin sınırlarını keşfedip korumak hem de başkalarının sınırlarını bilip bu sınırları geçmemek büyük öneme sahip yaşamda.

Bildiğim kadarıyla sanat çalışmalarını köyün sokaklarına da taşıdınız, bu süreci biraz anlatabilir misiniz?

Köyde sokağa çıkarak ve doğadan yararlanarak resimler çizdik. Köyde okulun yakınına yuva yapmış bir leylek vardı. Günlerce o anne leyleği gözlemleyip resmettik. Bir süre sonra iki yavru leyleği ve en sonunda da onlara yiyecek getiren baba leyleği görüp aşama aşama çizdik onları. Böylece köyün sokakları sınıf, leyleğin yuvası ders kitabı oldu bize.

Edebiyat ve sanatla olan ilişkiniz sadece derslerden ibaret değil, bireysel çalışmalarınızdan de bahsedebilir misiniz?

Çocukluğumdan beri resim çizen ve müziğe ilgi duyan biriydim. 2004 yılında üniversiteye başlayınca 2005'te bir daha bırakmamak üzere yazmaya, yeniden çizmeye ve sanat üzerine araştırmalar yapmaya başladım. 2013'ten 2017'ye değin edebiyat dergilerinde yazdım fakat 2017'den itibaren sosyal medya üzerinden yazmaya başlayınca dergilere yetişemeyip bıraktım.

Sizce ülkemizde çocuklar okumayı neden sevmiyor? Bununla ilgili ne yapılmalı?

O kadar geniş kapsamlı bir cevabı var ki bu sorunun... Öncelikle ailelerin ve öğretmenlerin okumayı sevmesi gerekiyor. Bu ikisinde öncelik aile olarak gösteriliyor ama bence öncelik öğretmenlerde. Çünkü her bir ailenin içine girip bunu isteyemeyiz onlardan ama öğretmenleri kitap temelli yetiştirmek mümkün. Bu okumaların çocuk edebiyatı odaklı olması gerekiyor. Bu okumaları çocukla doğru biçimde paylaşmak ve bu paylaşımı düzenli olarak senelerce sürdürmek gerekiyor. Bunun için var gücümüzle çabalamalıyız. Çocukların okumayı neden sevmediği de bu saydıklarımın eksikliği başta olmak üzere daha fazla sebeplerle açıklanabilir.

Eğitimde yenilikçi yaklaşımla ders işleyen öğretmenlere, yakın çevresindeki insanların bakış açısı nasıl?

Bu konuda çok büyük zorluklar yaşadım. Ülkemizde bu çok büyük sorun idi. Sadece yeniliğe açık olan insanlar tarafından desteklenip, onun dışındakilerin sürekli köstek olması durumunu senelerce yaşayıp, bununla mücadele ettim. Ama üç-beş sene öncesine göre çok şey değişti bence, sosyal medya sayesinde toplum bu yenilikleri paylaşan öğretmenlere ilgi duyuyor. Bu da zamanla güçlü bir değişimi beraberinde getirecektir.

Pandemi sürecinde uzaktan ders yapmak sizin için nasıl bir deneyim oldu, öğrencileriniz ve siz neler yaşadınız?

Bu süreçte kendimi bir radyo spikeri gibi hissettim ve günlük olarak yaptığım okula hazırlık sürecimi konuşma odaklı anlatım üzerine yoğunlaştırdım. Bu açıdan başarılı bir süreç oldu bizim için fakat uzaktan eğitim çok zor. Ders bittikten sonra insan adeta aptallaşıyor ve hiçbir şey yapamaz hale geliyor. Ben köy öğretmeni olduğum için internet sorunları, köyde altyapı sorunları vs. olması da üzücü ve maalesef bazı çocuklar için geriletici oldu bu süreçte. Birinci sınıflar uzaktan eğitimde en çok zorlanan grup oldu kuşkusuz. Bir de ders yaparken köyde evlerin çoğu sobalı olduğu, bundan dolayı sessiz bir oda bulmakta zorlananlar olduğu için bu durumların derslerimize yansıması olumsuz oldu.

İlerisi için planlarınız ve hayallerinizden bahsedebilir misiniz?

Öğretmenlik sürecime dair yazıp biriktirdiklerimi kitaplaştıracağım. Aslında böyle bir düşüncem yoktu, zaman içinde kendiliğinden birikti ve birikiyor çalışmalar. Çocuk edebiyatı alanında üretmek istiyorum. Resim ve müzik alanına yönelmek ilerisi için kişisel olarak en büyük iki hedefim. Bunları da hedef ve hayal ile değil, kendimi yaşamanın bir parçası olarak tanımlamak daha açıklayıcı olur sanırım.

Son olarak bir eğitimci şapkasıyla anne-babalara neler söylemek istersiniz?

Nasıl ki yemek yapmak, ev temizlemek, sohbet etmek bir aile içinde rutin ve olmazsa olmaz ise kitap okumak ve üretmek bir ailenin önceliklerinden biri haline gelmeli. Bunun haricinde eğitim alanında dünyayı araştırmalarını, otuz sene öncesinin eğitim yöntemlerini yücelterek bunların çocukları ileriye taşıyacağı yanılgısına kapılmamalarını öneririm. Çocukların yazarak düşünme becerilerini geliştirmek için ellerinden gelenin en fazlasını her gün yapsınlar. Bunu yapmak için de ebeveynlerin kendilerinin okuyup yazması, bu motivasyondan yola çıkarak çocuklara ulaşmaları gerekiyor bu konuda. Eğitim insan hayatında ve insanın yaşamı boyunca büyük bir değere sahip. Aileler bu bakış açısına sahip çıkarsa ışıl ışıl bir ülke bırakırız çocuklara.