Geçtiğimiz yıl dövizdeki ani artış ve sonrasında yaşanan dalgalanmalar piyasadaki birçok şirketin sonunu hazırladı. Geçtiğimiz yıl yaklaşık bin firma konkordatoya gitti. Konkordato ilan şirketlerin bir kısmı mali yapılarını düzeltme şansı yakalarken aralarında köklü şirketlerin de olduğu bir kısmı içn iflas kararı verildi. Konkordato ilan eden şirketlere baktığımızda birçoğunun kar ettiği halde nakit akışını düzenleyemedikleri için bu noktaya geldikleri görülüyor. Firmaların en başından beri stok yapılarına, maliyetlerine, nakit akışlarına ve insan kaynaklarına önem ve değer vermesi gerekiyor. Satış karlıysa her şey yolunda gibi algılanıyor.

Bu eller büyülüyor Bu eller büyülüyor

'Önemli olan nakit akışı. Şirketleri karsızlık değil nakit akışsızlığı batırıyor' diye US Değer Yönetimi Platformu A.Ş. Kurucuları Hami Aygen ve Haluk Selvi ile şirketlerimizin yaşadığı darboğazı ve çıkış yollarını konuştuk.

Türkiye'de şirketler uluslararası normlara göre yönetiliyor mu? Şirketlerimizin son dönemde yaşadıkları darboğazın sebebi nedir?

Hami Aygen: Türkiye'de şirketlerin hukuki, ticari ve ekonomik sorunları ve bu sorunların çözümü için belirli anahtarlar var. Ama öncelikle bu sorunların nasıl doğduğuna bakmak gerekiyor. Şirketlerimizi sermaye şirketleri ve aile şirketleri olarak iki gruba ayırabiliriz. Sermaye şirketleri de yönetim anlayışı bakımından ikiye ayrılıyor. Birincisi firmanın özkaynaklarını, karlılığını, rant gelirlerini şirket içinde bırakıp sağlıklı bir büyüme gerçekleştirerek hem bilanço hem piyasa değerini artıranlar. İkincisi, maalesef şirketi sadece şahsına para kazanan kurum gibi görüp, tüm mali olanakları şahsi varlığını artırmak için kullananlar. Halk arasında söylendiği gibi, yat, kat, kotra alarak kişisel servetini artıranlar var. Bu şirketleri karşılaştırdığınızda özsermayesini içeride bırakan şirketin değerlendirilmesiyle bu sermayeyi şahsına çeken firma arasında dağlar kadar fark oluyor. Bunu bir örnekle açıklayalım; şirket gelirinizden 3 milyon çekip bir ev aldınız diyelim. Sizin 3 milyon Euro'ya aldığınız evin değeri 5 yıl sonra taş çatlasın 4 milyon Euro'dur. Eğer o değer şirketin içinde olsaydı piyasa çarpanıyla şirketinizin değerini 5 ile 9 kat arasında artırmış olacaktınız. En düşük çarpanla hesaplasak dahi bu 3 milyonun değeri 5 yıl sonra 15 milyon Euro olacaktı. Dolayısıyla kişisel zenginleşme yoluna giden patron daha sonra şirketinin değerinden elde edeceği kişisel değeri de düşürüyor. Şirketler bu ayrıntıyı atlıyorlar. Atlandıklarında da son zamanlarda gördüğümüz nakit darboğazları çıkıyor ortaya.

Haluk Selvi: Türkiye'de 2011'de yeni Türk Ticaret Kanunu tartışıldı. Ülkemizde vergi usul kanunu şirketlerden vergi toplamak üzerine kurgulanmış durumda. Dolayısyla şirketlerin mali performansları vergi ödeme becerilerine göre ayarlanmış. Patronun da nakit akışını rahatlatması için en büyük performansı vergiden kaçınmakla sağlayacağını sanıyor. Ama batıda şirketler fiili karlılık veya sermaye verimliliği performansına göre dizayn edilmiştir. Vergi ikinci plandadır. Vergi toplayacağım diye vergi usul kanunu referanslı mali performans sistemi kurarsanız insanlar da vergiden kaçınmak için sistem geliştirirler. Şirketin performansı ikinci planda kalır. Türkiye'de olan biten şeylerden biri de budur.

Ne yapmak gerekiyor?

Haluk Selvi: Şirketler Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) yönetim anlayışına geçmeliler. 2011'de bu sisteme geçecektik ama olmadı. Eski sistem devam ediyor. Şirket sahibi vergiden kaçınınca kendini başarılı görüyor. Aslında karlılığını artırıcı, sermayesini daha hızlı çevirecek tedbirler almak yerine kafayı vergiden kaçınmaya yorunca ya içi boşaltılmış şirketler ortaya çıkıyor. Ya da nakit akışını destekleyecek her türlü yola başvuruyorlar. Buna da mevcut sistem zemin hazırlıyor.

Geçtiğimiz yılın ikinci yarısı hayatımıza giren konkordato nedir? Şirketler neden konkordatoya başvuruyorlar?

Hami Aygen: Konkordato genel anlamıyla bir pause süreci. Eğer firma kendi hataları, ekonomik konjektör, dış piyasa ve rekabet koşulları, stok ve borçlanmadan dolayı kendini çeviremez hale geldiyse, “bu şekilde benim ticari hayatıma devam etmem mümkün değil, bana bir süre vermeniz lazım” diyor. Firma eğer bunu doğru zamanda yapıyorsa piyasayı köstekleyici değil destekleyici oluyor. Ama bu tek çözüm mü? Önemli olan buraya gelmeden öncesi. Firmaların en başından beri stok yapılarına, maliyetlerine, nakit akışlarına ve insan kaynaklarına önem ve değer vermesi gerekiyor. Satış karlıysa her şey yolunda gibi algılanıyor. Böyle bir şey yok. Piyasada kar ettiği halde batan onlarca şirket var. Rolls–Royce gibi mesela. Önemli olan nakit akışı. Şirketleri karsızlık değil nakit akışsızlığı batırıyor.

Haluk Selvi: Bunun 4 sebebi var. Birincisi aşırı stok bulunduruyorlar. İkincisi alacak ve ödeme vadesini dengeleyemiyorlar. Üçüncüsü yüksek miktarlı yatırım yapıyorlar. Bu üç kalem kar zarar tablosunda görünmez. Şirketler satış karlılığı olduğu halde bu üç sebep yüzünden nakit darboğaza düşer. Bir de yüksek maliyetli borçlanmışsa, bu borçlanma maliyetlerini de satış fiyatlarına yansıtamadığı için nakiti çeviremeyip batıyorlar. Biz US Danışmanlık olarak 2016 yılında yaptığımız analizlerde bugün yaşadığımız sürecin geleceğini gördük. 2016'da Türkiye'nin en büyük 500 firmasını tek bir bilanço gibi inceledik ve bu geldğimiz noktanın yaşanacağını gördük. Müneccimlik yapmadık. Bilançolar bunu söylüyordu. 2016'da 2018-2019'un işareti vardı. Şirketler alacak vadelerini uzatmış, stoklarını şişirmiş, borçlanmalarını yüksek faizle yapmış, karlılıkları arttığı halde borçlanma maliyetleri karlılıklarının önünde artımıştı. Türkiye'nin en büyük 500 firması 75 milyar dolar kar etmiş fakat hem yatırım hem işletme sermayesini karşılamak için 100 milyar dolar kaynağa ihtiyacı vardı. Bu ne demek? Şirketlerin her sene 25 milyar dolar borca ihticayı var. Karlı oldukları halde kazandıkları para şirketlerin çarkını çevirmeye yetmemiş. Bir şirket operasyonlarında serbest nakit yaratamıyorsa borçlanacak borçlanma da yüksek maaliyetli olacağı için sistem tıkanacaktı. Ve öngördüğümüz gibi oldu.

Nakit darboğazdan çıkmanın yolu nedir?

Hami Aygen: Nakit darboğaz yönetiminin 12 adımlık bir yönergesi var. Bunu Türkiye'de bilen ve uygulayan firma sayısı çok az. Hasbelkader ezbere yapılıyor olabilir ama bir yönerge dahilinde bilen ve yapan az. Nakit darboğazına düşen firmaların yapması gerekenler belli. Bu bizim know howımız ama birkaç tanesinden söz edelim. Öncelikle şirkete sıcak para sokmak lazım. Bu da duran varlık satışıyla mümkün. Şirketin veya hissedarların üzerindeki duran varlıklar derhal nakite çevrilmeli. Hareket etmeyen stoklar nakite çevrilmeli. Alacaklar hızla tahsil edilmeli. Sahadaki verimsizlikler tespit edilerek çözüme kavuşturulmalı.

Haluk Selvi: Kapitalist sistem içinde yenileyen yıkım / yaratıcı yıkım teorisi diye bir terim var. Bu teori bırak kötü yönetilen şirket batsın diyor. Kötü yönetilen şirketi yaşatmaya devem edersen etkisi ve artçıları çok daha yıkıcı olur. Dolayısıyla konkordatoda devletin hasas davranmasının sebebi o. Şirket yaşayacaksa pauseye basayım yaşamayacaksa basmayayım diyor. Türkiye'nin yapısal sorunları bu sonucu getirdi. Ertelenmiş sorunlar dolar kriziyle su üstüne çıktı. Yapısal sorunun nedeni esasen düşük katma değerli üretim yapmak. Türk şirketlerinin temel problemi bu. Ürettiğimiz ürün ve hizmetlerin katma değeri düşük. Örneğin Türkiye'nin ihracatının 1 kg değeri 1,5 dolar. Ama Almanya'nın 4,5 dolar.

Hami Aygen: Şirketlerin toplam değeri eşittir finansal sermaye değeri artı sosyal sermaye değeridir. Türkiye'de sosyal sermaye değeri kavramını bilen yok. Büyük ekonomi olmak, gelişmişliği ve rekabetçiliği de eş zamanlı iyileştirmek gerekiyor. Şirketler satış gelirine odaklı yönetildikleri için sağlıklı, rekabetçi büyüyemiyorlar. Bunun çok müthiş formülleri yok. Önce yatırım yaptığın sabit kıymetin kapasitesini maksimize edeceksin. 100 liralık yatırımda 30 liralık satış yapıyorsan batarsın. Rekabet faktörünü belirleyip ona odaklanacaksın. Hız mı servis mi kalite mi, hepsini biranda yapamazsın. Rakiplerini tanıyacaksın.

Bir yönetim danışmanlığı firmasından destek almak isteyn firma size başvurduğunda süreç nasıl işliyor?

Hami Aygen: Firmanın mali, idari, teknik, ticari anlamda mevcut durum analizini yapıyoruz. Bu inceleme sonucunda ilk müdahele edilmesi gereken yerleri tespit ediyoruz. Sonra firma içinde bağımsız bir yönetim kurulu üyesi gibi çalışmaya başlıyoruz. Biz sorunu tespit ederiz, çözüm yollarını gösteririz ama firmada sürekli bulunma imkanımız yok. Bizim esas amacımız firmanın gerek patronlarının gerek yöneticilerinin gerekse çalışanlarının bu metodolojiyi götürecek şekilde çalışabilecekleri atmosferi yaratmak ve onları eğitmektir. Sonuçta işi yapacak olanlar onlar. Sonraki süreçte şirketteki eksikleri kendilerinin nasıl bulacaklarını bilmeleri önemli. Firmanın çalışanları ve yöneticileri için akil insan olarak çalışıyoruz. Biz mucize yaratmıyoruz, bunun da üstünde durmak lazım. Biz sadece olası ekonomik tercihleri, uluslararası tecrübeleri, başka şirketlerin tecrübelerini aynı yere kanalize ederek o hataların yapılmamasını sağlıyoruz.

Kaynak: Haber / Sinan KESKİN