Nadir Sarıbacak 2009'dan beri merakla, hayranlıkla takip ettiğim bir oyuncudur.
Aynı zamanda hayretle de demem lazım. Sarıbacak'ın aslında peşinden koşulan bir oyuncu olması gerekirken, adını doğru düzgün kimsenin duymamış olmasına bu hayretim.
Haydi festival filmlerine ilginiz yok ve Uzak İhtimal'daki o unutulmaz Musa karakterini izlemediniz diyelim. Ama tv dizilerinden aslında çok iyi biliyorsunuz kendisini.
İstanbul'un Altınları isimli diziyi tek izleme sebebimdi mesela.
O komedi dizisinden sonra TRT'nin yaptığı en iyi dramalardan biri Şubat'ta canlandırdığı bir Duble karakteri vardı ki, o da dizi dünyasında bir efsanedir hani...
Ömrü çok kısa süren Bana Artık Hicran De'de kaşıyla, kirpiğiyle oynadığı bir Nazif rolü vardı bir de, müthişti.
Şimdi de Kösem Sultan'da kendisine 8 beden küçük gelen bir rol layık görmüş sağolsun yapımcılar.
Oysa Sarıbacak önceki gece Antalya Film Festivali'nde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı.
Sarmaşık isimli filmde canlandırdığı rolü ile.
Ve ödül almaya çıktığında yaptığı konuşma yandaş tv kanalı tarafından kesildi. Peki neden? Çünkü konuşmasının bir yerinde Sarıbacak "rakı" dedi!
İçinden "rakı" geçen o güzelim sözler kesilene kadar aynen şöyleydi:
"Bir saniyenizi alacağım. Tolga sağol böyle bir rolü bana teklif ettiğin için ve bütün ekibe teşekkür ediyorum. Jüri üyelerine de, elinize sağlık. Hasbıhal etmek istiyorum. Çok kısa, 30 saniye... Memleketle ilgili dertlerim var. Bu filmden de (Sarmaşık) hareketle, çok güzel arkadaşlarım var benim. Farklı dilden, dinden, ırktan, meşrepten, mezhepten ve hepsini aşk derecesinde seviyorum. Ve bizi ancak kardeşlik ve muhabbetin kurtaracağına inanıyorum. Muhabbet... Gerçekten. Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Muhabbet kurtaracak bizim dertlerimizi. Çünkü tek vücudun organları gibiyiz. Kulağın ağza, elin ayağa muhalif olamayacağına göre, kesildiği zaman bütün vücut acıyacağına göre... Kader bağlılığımız var memlekette...." (Konuşmanın buradan sonrası A Haber kanalı tarafından kesildi)
***
Bu sözlerden rahatsız oldu yandaşlar.
"Bizi kardeşlik ve muhabbet kurtaracak" gibi, bu ülkenin birlik beraberlik sloganı olacak bir sözü eden adamı, "rakı" dedi diye sansürlediler.
Zihniyetleri bu.
Meşrepleri bu.
Tahammül eşikleri bu.
Sansürsüz yayıncılık anlayışları bu.
'Birlik' diyenden korkuyorlar, 'beraberlik' diyenden ürküyorlar, 'biz kardeşiz' deyince kaçıyorlar. Sonra da rakının arkasına saklanıp yayını kesiyorlar.
Ne diyelim ki biz artık size ve zihniyetinize?
Dünyayı kardeşim, güzellik kurtaracak. Rakı kafasıyla güzellik, çay kafasıyla güzellik...
Ama sizin bu kafanız, bu topraklarda önünde sonunda yok olacak. Tarih sizi, ayıplarınızla anacak.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ahmet, İlhan'dan
Adelle, Ahmet'ten
Sanatsal ve kültürel faaliyetler konusunda taklit olur, apartma olur, araklama olur, Türk insanının üzerine hiçbir millet kolay kolay su dökemediği için, şu Adelle-Ahmet Kaya olayında da "kişi kendinden bilir işi" sözü devreye girmiş gibi görünüyor.
Adelle son albümünde Ahmet Kaya'nın Acılara Tutunmak isimli şarkısını çaldı mı çalmadı mı tartışması son günlerimize damga vurdu.
Beni bu tartışmanın sadece Hasan Hüseyin Korkmazgil'in o güzelim sözlerine yapılan Ahmet Kaya'nın bestesi ve yorumu ilgilendiriyor.
Yok Adelle, Ahmet Kaya'dan çalmış ama aslında Ahmet Kaya da İlhan İrem'in Yazık oldu Yarınlara şarkısından araklamışmış.
Yok öyle değilmiş aralarında fark varmış, Ahmet Kaya do minörden, Adelle ise do diyez minörden okumuş...
Falanmış, filanmış.
Kardeşim bırakın üç günlük dünyada bir şarkı için birbirinizi yemeyin.
Ayrıca ünlü Türk müzisyeni, büyük musiki adamı, dev yetenek Serdar Ortaç bir zamanlar ne demişti hatırlayınız ve konuyu kapatınız: "Topu topu 7 nota var, kaç ayrı beste yapılabilir ki?"

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ölmemeye çalışın
17 Ağustos 1999 Marmara depreminden bir ay kadar sonrasıydı.
Türkiye ilk satanist cinayetiyle tanıştı.
8 çocuklu ailenin kızı Şehriban Coşkunfırat, Engin Arslan, kız arkadaşı Zinnur Gülşah Dinçer ve Ömer Çelik tarafından, 13 Eylül 1999’da, o gece yaşanan 5.8’lik artçı deprem üzerine Engin Arslan’ın, “Bugün ayın 13’ü. Şeytanla konuştum, kurban istiyor. Deprem de işaretiydi. Şehriban’ı seçtim” sözleri üzerine vahşice bıçaklanarak öldürüldü. Üç sanık müebbet hapisle cezalandırıldı.
Aradan 16 yıl geçti ve bilin bakalım ne oldu?
Müebbet hapis cezası verilen o üç kişi elini kolunu sallaya sallay cezaevinden çıktı, tahliye edildi.
Biz şimdi bu işten ne anladık? Müebbet hapis cezası diye bir şey yok, bir kere onu iyice kafamıza kazıdık.
Ama bir genç kızı tasarlayarak, planlayarak, parça parça doğramanın cezası sadece 16 yıl nasıl oluyor, bunu ne kafamız ne de vicdanımız bir türlü anlayamadı.
Biz biz olalım, bu ülkede öldürülmemeye, darp edilmemeye, soyulmamaya, tecavüze uğramamaya çalışalım.
Kanun ve hukuk mağdurdan yana değil çünkü.
Suçluya şefkati, merhameti, hoş görüsü, anlayışı ise kucak dolusu!