Bir önceki (“Demokrasinin Alt Yapısı” başlıklı) yazımda, çok partili düzenin sorunsuz işlemesi için, uygulandığı toplumun aydınlanma devrimini tamamlamış olması gerektiğini belirtmeye çalışmıştım. Bizde, ellili yıllarda başlayan “gerileme dönemi”nde ulusumuzun en az dörtte üçü Cumhuriyetin aydınlanma sürecinden kopmuş, doğru düşünce ve olguları ayırt edemeyen edilgin bir kitleye dönüşmüş, özgür düşünme yetisi körelmiş ve yalnızca kişilere tapınma sürecine kapılmıştır.
Bu durumda toplumu aydınlatma sorununun salt particilikle aşılamayacağı açıktır. Ayrıca ve özellikle yapılması gereken şey, halkın eğitim ve kültür düzeyini çağdaş ölçütlere göre yükseltmektir. Atatürk devrimlerinin yaratıcı örgütü CHP de, sıradan bir parti sınırları içine kapanmamış, tam bir devlet sorumluluğuyla bütüncül bir aydınlanma eylemlerine imza atmıştır.
Oysa bu partiyi bir süredir yönetenler, sağlıklı işleyen kararlı bir siyasal örgüt ortaya koyamadıkları gibi, kısır particilik dışında etkili bir muhalefet de yapamamıştır. Günümüzde de dinci gericilik karşısında laiklik adına kesin bir tutum sergilemekten korkuyorlar; dahası, dinciliğe o denli ödün veriyorlar ki, “Sizler gibi biz de laik değiliz” demedikleri kalıyor!
Kanımca bu yanlışlığa, başarılı cumhurbaşkanlığı kampanyasında Sayın Muharrem ince de düştü. Özellikle “kılık kıyafet devrimi”ne açıkça aykırı gelişmelere özgürlük tanıyacağını dile getirdi. Bu duyarlı konulara hiç değinmese daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Oysa aynı Muharrem İnce, söylevleri arasında en yoğun alkışlardan birini “Gençler, sizi tarikat yurtlarına muhtaç olmaktan kurtaracağım!” dediğinde ateşledi. Ülkemizin aydın kesimlerini en çok umutlandıran bir çıkış bence buydu.
Her seferinde yinelediği “para pul” vaatleri ise aynı ilgiyi görmedi. Sıradan seçim rüşveti gibi bir şeydi bu. Çünkü kendisini destekleyen aydın kitlelerin ana güdeği (motifi), parasal çıkar ve din istismarından kurtulup, “adil ve uygar” toplum yapısına, “adil bölüşüm” düzenine, özellikle de ödünsüz bir laikliğe kavuşmaktır. Bu iş biraz daha yüreklilik istiyor!
Şimdiki particilik anlayışıyla bunun başarılamayacağı açıktır. Elbette ki “sivil toplum örgütleri”nin yeterli yaygınlık ve etkinliğe uluşamamasının bu eksiklikte payı büyüktür. Gönül isterdi ki “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği” türünden örgütler çoğalsın. CHP de, öncelikle en zayıf olduğu yörelerde, siyasal etiketler taşımayan bu tür uğraş alanları sağlamada öncülük edebilir. Aynı işlevi, partilerden, derneklerden ve her türlü siyasal görüşten bağımsız kişi ve topluluklar da yapabilir: Parasız ya da çok düşük ücretlerle, değişik alanlarda kurslar açılabilir, toplu yürüyüşler ya da küçük geziler düzenlenebilir… Kısacası insanları daha doyurucu ve birleştirici ortak paydalarda buluşturma tasarıları yapılabilir. Toplulukta arkadaş edinme fırsatları yaratılabilir. Kısacası kimsenin hayır diyemeyeceği, kara çalamayacağı “sıcak insanlık” örnekçeleri (modelleri) sunulabilir. İsteyerek ve sabırla…
Ne yazık ki Türkiye’de onyıllardır kurumlaşan sağ ideolojide, CHP olabildiğince gözden düşürülmüş, itici bir imgeye dönüştürülmüş, “iblis” kılığına sokulmuştur.
Onunla da yetinilmemiş, CHP karalamaları çerçevesinde bütün bir ülkenin hayranlık beslediği yüce Atatürk de, yaratılan bu olumsuz etkiden payını almıştır. Yeteneksiz (ya da isteksiz?) parti yöneticilerinin CHP’de yarattığı kısır döngü de bu yıpranmaya önemli katkılar sağlamıştır.
“Millet ittifakı” etiketiyle CHP çevresinde birleşen ve bizlerde büyük umut yaratan sağ partilerin beklenen oyu alamaması da belki aynı olumsuz CHP etkisi nedeniyledir. Öyle olmasaydı, kendi partisi adına hiçbir yararlılık gösteremeyen ve AKP’ye sığınmakla yetinen Bahçeli beklenenin çok üstünde bir oy oranına ulaşabilir miydi?
CHP’nin bu “makûs” talihini Muharrem İnce yenebilir diye umanlardanım ben de.