Soğuk hava, fırtına, yağmur bir arada olunca kimse yataktan kalkmak istemiyordu.

Ama okul vardı, iş vardı…

Sabahın erken saatiydi.

Eşim Deniz mutfakta kahvaltı hazırlıyordu.

Bir türlü doymak bilmeyen oğlumun odaya girdiğini gördüm ve hemen uyuyor numarasına geçtim, yemedi…

-Baba bana biraz para ateşle

-Ateşle değil, verir misin? Hem ne parası? Daha iki gün önce aldın.

-Verir misin desem sanki ne fark edecek? Hem ne iki günü kaç gündür para alamıyorum.

-Düzgün dille bir şey istemek çok şey fark ettirir. Hem parayı ne yapacaksın?

-İhtiyacım var. Üstelik okul çıkışı arkadaşlarla buluşacağız. Bir yerlerde otururuz.

-Vaay. Özgün de geliyor mu?

-Tabii ki geliyor. Bu işi karıştırmasan diyorum.

-Bütçemizin göçmesine katkı sağlayan kıza laf söylemeyelim, oğlumuzun kız arkadaşına prenses muamelesi yapalım. Oldu…

-Çok abarttın baba…

-Neyse al şu parayı… Annenin haberi var mı akşam geç geleceğinden.

-Yok baba deli misin. Hayatta izin vermez. O iş sende…

-O zaman paranın yarısını geri alırım…

-Ya baba ya…

***

Dudağımda gülümsemeyle uyandım.

Saate baktım daha sabaha çok vardı.

Yan odaya geçtim.

Bugüne kadar hiç konuşmayan 13 yaşındaki otizmli oğlum Sarp mışıl mışıl uyuyordu.

Demek artık hayallerim rüyama girmeye başlamıştı.

O; ablasının kuzucuğu, annesinin balık krakeri, benim aslan oğlumdu…

Ama bir kere bile böyle bir diyalog yaşamamıştık.

Üzerini örttüm, başını okşadım.

Arkamdan ses duydum, Deniz gelmişti.

Ne yapıyorsun der gibi yüzüme baktı.

Gözyaşlarımı gizlemek için başımı çevirdim.

Ama anlamıştı.

Eğer bir aile ferdinde otizm varsa o ailede gözyaşı ve hüznün eksik olmayacağını yaşayarak öğrenmişti.

Hemen odama geri dönmek ve uyumak istiyordum.

Belli mi olur.

Belki tekrar rüya görürdüm.

Oğlum belki tekrar konuşurdu.

Ben yine kızıyormuş gibi yapıp ona sataşırdım.

Sessizce odadan çıktık…