Hülya Nutku hocamın acısıyla eve döndüğümde, Doğan Kuban hocamızı yitirdiğimizi öğrenip kavruldum. Önceki gün Devlet Tiyatrosundan ışıkçı yoldaşım Hasan Yalman’ı toprağa vermiştik ve ondan az önce Sancar Maruflu ağabeyimi ve Ferhan Şensoy’u… Uzadıkça uzayan bir acılar galerisinde dolaşıp durmaktayız… Ölüm kırbacını daha hızlı mı savurmaya başladı, yoksa artık 60’ına yıllar eklemeye başlayan ömrümüze tanık olanları bizden koparırken, sıraya girdiğimizi mi anımsatmaya başladı, bilemiyorum.

Ölüm doğumun diyalektik sonucudur ve doğanın karşı konulamaz gerçeğidir. Üstüne uzun uzun ahkâm kesecek değilim. Doğumu alkışlarız, ölümü kabullenemeyiz. Fakat gerçeğimizdir ve değeri ölenin yaşamdaki yeriyle ölçülebilir. Onu kutsayanları, ondan medet umanları, onunla göz korkutmaktan ikbal devşirdiğini, yalanını ve talanını meşrulaştırdığını sanan yobaz taifesini onaylayamayız. Gidenlerimizin kişisel yaşamımızdaki yerleri ve tezahürleri de, umarım ve dilerim yazacağımız kitaplara kalsın. Bu yazıda adı geçen ve geçmeyenlere dair yazılıp çizilenler de, okuyanlara ve mutlaka okuması gerekenlere kalsın. Hiç biri duyduğumuz acıyı ve kederi kuşkusuz anlatamaz deyip, hadiseye bir başka pencere açmaya çalışacağım.

Gidenler, yalnızca fiziksel varlıklarıyla gittikleri için üzmüyor bizi, üzmemeli. Bunu içselleştirerek duyumsamaya, düşünmeye ve davranmaya karar vermek için, gidenlerimizin bıraktıkları boşluklara bakmamız gerekiyor. Çünkü gidenlerimiz, kişisel yaşamlarımız kadar ve hatta ondan daha önemlisi bu ülkenin sonrasına dair bizde kaygı yaratmıyorsa, yasımız da, kederimiz de hayli eksik kalır. İşte bu yüzdendir ki, rutine dönüşen uğurlamalarımız ve kişisel hüzünlerimiz ne kadar saygıdeğer olursa olsun, anlamsızlaşmaya ve geçiştirmelere dönüşmektedir. En azından buna kapılara açmaktadır. Öyle midir, değil midir? Buna sağlıklı yanıt verebilmenin yolu, gidenlerimizin ne söylediklerine, ne yazdıklarına, ne ettiklerine dair fikrimizdir, duruşumuzdur, eylediklerimizdir. Yoksa onunla şöyleydim, şunları yaşadım, bana şunu demişti, ben de şöyle demiştim diye kişisel tarihimizdeki yeri paha biçilmez ama toplumsal yapıya tahvil edilmediği-edemediğimiz-düşünmediğimiz için, hiçbir faydası olmayacak çıkarımlar-menkıbeler sunmanın yararı olamaz. Bizim daha yüksek, derin ve geniş bir bakış açısına ve onlardan sonrasına dair duruşlara ihtiyacımız var. Bunun ilk adımı da, şu sorudan geçiyor: biz onların gidişine sahi niye üzülüyoruz? “Yeri dolmaz, bir benzeri gelmez” gibisinden ağıtlar neden yakıyoruz? Bu soruya yanıt vermek, gidenlerimizin muhteşem hatır ve hatıralarına sığınmakla mümkün müdür? Elbette hayır. İşte onun içindir ki, sorularımızı da temize çekmeliyiz: “Neden yeri dolmaz, neden benzeri gelmez?” Ölüme ve ölümden medet umanlara ve elbette gidenlerimize sevinip, haklarında “Gitti ve kurtulduk” mealinde düşünüp el ovuşturanlara karşı, bir tümcemiz olmalıdır.

Bunun birinci adımı, gidenlerimizin bıraktıkları duruşa, söz, yapıt ve eylem ürettiklerinin gerekçelerine sahip çıkmaktır. Bıraktıkları entelektüel, aydın, ahlak ve vicdanla buluşmuş kararlılık, bir ülkeye karşı dün-bugün-yarın diyalektiği içinde oluşturdukları duruş ve öngörü birikiminden ve mirasından habersiz her sosyetik ağlaşma, öncelikle gidenlerimize karşı bağışlanamaz bir haksızlık olacaktır.  Onlar, yalnızca biz bize anma etkinliklerimiz ve ardından hatıralar galerisinde ağlak dolaşmalarımız ve kof şerefe çığlıklarımız için doğmadı, yaşamadı, ölmedi.

Çürütülmeye ve geri dönüştürülmeye iman edilmiş bir coğrafyada, bir ülkenin geleceğine dair olanca samimiyet içinde yazıp söyledikleriyle, dayatmalara karşı gösterdikleri inatla ve muhteşem saptama ve öngörüleriyle bize yol açma ustalıklarıyla değerlidir onlar. Siz bu saptamaya, bu ülke için yetişmelerini, bildiklerini aktararak yürümelerini, yozun yobazın tuzaklarına düşmemeleri için çırpındıkları öğrencilerini, okurlarını, nihayet seslerini ulaştırmaya çalıştıkları toplumu eklemelisiniz. Gidenlerimizin “Ölüm beni yendi mi?” sorusuna “Hayır” demek, onların bıraktıkları boşluğu doldurmakla mümkündür. “Yeri dolmaz” diyorsun. İyi de o zaman sen, ağlamak dışında ne işe yarayacaksın? Mesele bu kadar net, yalın ve yakıcıdır.