Kemâl Kuruçay’ı da kaybettik dostlar!...

“O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın picine kaldık…” demiş ya “Demirciler Çarşısı Cinayeti Romanı”nda hani; Anadolu’nun Homeros’u, Usta, Yaşar Kemâl…

Ve “Dönen ne ki;

Ben miyim, gece mi yaşam karası?

Düş savurganlığına düşmüş kara yağız delikanlılar…

“O güzel insanlar…”

Ağıtlar söylenir mi, her biri kayıp ölülerine,

Ağıtlar düşe, düşler dumana.

Şimdi yüzler ağıtlara mı dönük?

“O güzel atlara binip…”

Döşleri çamur deryası,

Kanatlanmış,

Sözler tozu dumana katmış;

Ben miyim, gece mi yaşam karası,

Ufka lekelenmiş gölgeleri…

Gelmiş içime oturmuş,

Başım üzre mi yeri?

“Gittiler…”

Uçtu…

Ne varsa, ne yoksa

Siyah beyaz öpüşleri kaldı.

Desem ki, nereye, nereye?

Çıkar mı sesim,

Duyarlar mı beni?

Ben yalnızca şunu bildim:

“O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler…” demiş bir Şiir’inde Nebi Aydın…

***

Tam 1 yıl oldu… 27 Ekim 2020’de, tir tir titreten bir garip salı akşamında, İstanbul-Kartal’da, Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi’nde kaybettik Tiyatrocu-Ressam, bir kocaman yüreği… Bedeni toprağa gömüldü de; sesi uzaklaştı, arafa çıktı… Çok erken oldu bu ayrılık dostlar; daha insanlara karışmalıydı, dokunmalıydı yüreklere daha, yaşamalıydı…

Aslında birden girmişti hayatımıza! Bilenler biliyordu ama bilmeyenlerin; "Bacım af edersin, müdürüm af edersin..." diyerek çekti dikkatlerini...

Bu girizgâhtan sonra; belki çoğunuz adını hatırlamaz ama pos bıyıklı, her daim gülen, gülünce sıcacık hissettiren ve dünyayı güzelleştiren tebessümüyle ve çehresine yansıyan güzel yüreğiyle hatırlarsınız O'nu...

Evet, bildiniz… Hikmet Karagöz'ü efenim... Bilmemek mümkün mü? Hikmet Karagöz'ü kaybettik, geçtiğimiz yıl 27 Ekim’de bir salı günü...

Cız etti yüreğimiz duyar duymaz! Aynı Kemâl Kuruçay da ettiği gibi… Ve eminim, tüm Türkiye'nin yüreği...

***

Ömrü boyunca hep tersten sapladı ya! Doğumundan itibaren, sıra dışı bir yaşamdı O’nunkisi… Geçmişte tarihe pek de önem verilmeyen ülkemiz nüfusunun önemli bir kısmının; doğmasa bile, kafa kâğıdında doğum tarihinin 1 Ocak yazıldığı şu hepten yalan dünyada, öz be öz doğduğu gün olan; 31 Aralık 1946 yazıldı hayat kitabına...

Sanki bir misyon üstlenircesine… Sanki bu dünyadaki doğruları hatırlatmaya gelircesine girdi hayatımıza... Bir Karadeniz yağız delikanlısı, 7 göbekten Samsunlu, "Hikmet" derler adına...

Ressam; tiyatro, sinema, dizi oyuncusu... Sadece ressam, sadece oyuncu mu? İnsan'dı ve kocaman bir yüreği vardı!...

"Bizimkiler"in Abbas'ı, "Yeditepe İstanbul"un Sabri Baba'sı...

Pos bıyığında saklı yufka yüreği… Hissedenin; kardeşi, babası, amcası, arkadaşı... Hepimizin gönül hırsızı… Tüm Türkiye'nin; evine, ocağına kabul ettiği yürek dostu...

***

Şaka yaptın bize Hikmet Baba! Hiç yakıştı mı sana? Kızı Zeynep şöyle anlattı babacığının ayrılığını: "Babişkom! Hikmet Karagöz, bugün son yolculuğuna çıktı... Bu kez dönüşü yok! Ardından; tebessümler, kadehler ve anılar, sohbetler yakışır... Korona nedeniyle, cenaze töreni olması mümkün gözükmüyor... Hatırına, şerefe!..."

Şerefe Hikmet Baba! Bugünkü sohbetimiz senin üzerine… Biliyorum: Duyuyorsun bizi yukarılardan… Hissediyorum: Sohbetimize de karışıyorsun… Şerefe! Ölmedin ki, kâlbimizde yaşıyorsun…

Hem, hiç ölür mü; bir selâyla cenazesi bile kaldırılamayan bir yüce çınar, bu dünyada en önemli kazanımıyla bir hoş sâdâ bırakan Hikmet Baba...

Ne kadar anılırsa, ne kadar hatırlanırsa; şeref yoksunlarının çok olduğu bu dünyada, ne kadar Şeref'li hayatına kadeh kaldırılırsa; o kadar yaşar...

İlelebet gönüllerde yaşayacaksın Hikmet Baba. Sonsuza kadar yüreklerde... Saygıyla, Sevgi’yle, özlemle…