10 Aralık İnsan Hakları Günü yaklaşırken, insan hakları karnemiz darbe yıllarını aratmıyor. Cezaevlerinde siyasi tutukluların sayısı gün geçtikçe artarken, Cumhurbaşkanı, ‘adalet reformu’ vadiyle zaman kazanmaya çalışıyor. Cezaevleri HDP’li siyasetçiler, Kürt gazetecilerle dolu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit eden bir mafya liderinin iktidar cephesinin küçük ama etkili ortağı tarafından sahiplenilmesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na suikast ihbarı yapılması, yaşadığımız günlerin giderek 90’lara, insan haklarının lafta kaldığı, terörün kol gezdiği günlere benzediğinin bir göstergesi. Bu ortamda, medya çalışanları ve sanat dünyası sansürün her çeşidi ile -en başta ekonomik sansürle- karşı karşıya.

Aralık ayı, bütçe ayı… Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek olan 2021 bütçesi, Anayasamızın temellerinden birini oluşturan ‘sosyal devlet’ ilkesinden ne denli uzaklaştığımızın göstergesi. Sağlığa, eğitime, kültüre ayrılan payların, Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet’e ayrılan paylarla karşılaştırılması yeterli bu gerçeği görmek için. Pandeminin en ağır dönemini yaşadığımız şu günlerde bile, devletin yurttaşlarına destek vermeye yanaşmadığını, ama gözde mütahitlerinin ödemelerini aksatmadığını görüyoruz. Çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını güvence altına alarak, iki haftalık bir kapanma gibi pek çok ülkede uygulanan bir önlemi göze alamıyor hükümet. Muhalefet liderleri toplumdaki eşitsizliği, yolsuzlukları eleştiredursun, Cumhurbaşkanı, soysal medyaya ayar verme telaşında. Çünkü, hiçbir şey iyi gitmiyor. Bunu da yalanla kapatmaya çalışıyorlar. Çok iyi biliyoruz ki, demokrasi olmadan insan haklarından söz etmek anlamsız. Sağlık emekçilerinin ekonomik haklarında hala bir iyileştirme yapılmaması, pandemi nedeniyle evine ekmek götüremeyen sanatçılara destek verilmekte çok gecikilmesi kötü yönetimin sonuçları değil de nedir? İnsanların sanat yapma ve sanata ulaşma haklarından söz etmek ise, bu ortamda ‘lüks’ olarak görülüyor ne yazık ki…

Sözün burasında, yaşamı boyunca, insan hakları için, insanlığın özgür ve adil bir düzende yaşaması için mücadele veren sendikacı- yazar Kemal Sülker’i (tam adıyla, Kemal Sülker Okur) saygıyla anmak istiyorum. Tam 25 yıl önce bugün, 3 Aralık 1995’te yitirdiğimiz Sülker, Nazım Hikmet’in dostlarından biriydi. Büyük ozanın yaşamından bilinmeyen anıları paylaştığı “Nazım Hikmet’in Gerçek Yaşamı”, “Nazım Hikmet Dosyası” ve “Nazım’a Kurulan Kumpas”ın yanı sıra, “Sabahattin Ali Cinayeti”, “Türkiye’de Grev Hakkı ve Grevler”, “Türkiye Sendikacılık Tarihi”, “15-16 Haziran, Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün” adlı kitapları okumanızı dilerim.

Aralık ayı, Kemal Sülker’in yanı sıra, pek çok yazarımızın ölüm yıldönümleri ile dolu. Hafta başında, 1 Aralık’ta usta şair Refik Durbaş’ı andık, ölümünün ikinci yıldönümünde. Önümüzdeki günlerde, Talat Sait Halman, Reşat Nuri Güntekin, Erhan Bener, Oğuz Atay, Behçet Necatigil, Şükran Kurdakul, Memet Fuat, Mehmet Rauf, Mehmet Akif Ersoy, Sevim Burak gibi pek çok yazar ve şairimizin ölüm yıldönümü var. Yalnızca onlar mı? Rasih Nuri İleri, Yıldız Sertel, Niyazi Berkes, Cavit Orhan Tütengil, Abdullah Baştürk gibi barış ve insan hakları savunucuları; görsel sanatlar alanından usta sanatçılar (Abidin Dino, Şahin Kaygun, Tankut Öktem, Zeki Faik İzer, Şadi Çalık, Emin Barın, Aliye Berger, İlhan Koman, Haluk Tezonar); sahnelerimizin ve beyazperdenin ustaları (Hayali Küçük Ali – Mehmet Muhiddin Sevilen, Mücap Ofluoğlu, Adile Naşit, Ali Taygun, Savaş Dinçel, Gülriz Sururi, İhsan İpekçi, Zeki Ökten)… Hepsinin de yaşamları Aralık ayında noktalanmış.

Tüm bu isimleri sıralamamın bir nedeni var. Acaba bu isimlerden kaçını tanıyor genç kuşaklar? Onların anılarını yaşatmak için ne yapıyoruz? Elbette, mevcut iktidarın Kültür (ve Turizm) Bakanından bir beklentimiz yok, ama CHP’li yerel yöneticiler, sokakları rakamlarla adlandırmak yerine, onların - en azından kendi kentlerinde doğmuş ya da yaşamlarının bir bölümünü bu kentlerde geçirmiş olanların - isimlerini vermeyi düşünemez mi? Umut etmekten bir zarar gelmez; bakarsınız bir gün Kültür Bakanlığı da böyle bir hamle yapar… Umutsuz olmamamız için yeterince emare var; umudumuzu canlı tutalım… Gelin, 75 yıl öncesine uzanarak, Nazım Hikmet’in 5 Aralık 1945 tarihini taşıyan “Piraye’ye Mektup”una kulak verelim:

“Delindi sintine,

Esirler parçalamakta prangaları.

Yıldız-poyrazdır esen,

Tekneyi kayaların üstüne atacak.

Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,

taş çatlasa batacak

Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir alem

Kuracağız Pirayem”.