“ Akılla bir konuşmam oldu dün gece:

-Sana soracaklarım var, dedim:

Sen ki bilginin temsilcisisin,

Bana yol göstermelisin,

Yaşamaktan bıktım, ne yapsam?

-Birkaç yıl daha katlan, dedi.

-Benim bu deli gönlüm, dedim;

Ne zaman akıllanacak?

-Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.

-Hayyam’ın bu sözlerine ne dersin, dedim;

-Dizmiş alt alta sözleri,

Hoş beş etmiş derim, dedi.”

Sanırım yazımın başlığı kafanızı karıştıracaktır. Hayyam’ın özgün yazışına Türkçemizde “rubai” diyoruz. 24 nazım türünden biri olan dörtlük. Dünya ölçeğinde tanınmış temsilcisi Ömer Hayyam. Bunların tümü, Sadık Hidayet tarafından “Hayyam’ın Teraneleri” adıyla tercüme edilmiştir. Hayyam ve eserinin 1000 (bin) yıl sonraya kalacağı söylenir.

Kimdir Hayyam?

Ansiklopedik anlatımla:

“Asıl adı Gıyasettin Eb’ul Fatih İbni İbrahim El-Hayyam. İranlı şair, filozof, matematikçi ve astronom. Doğumu Nişabur 18 Mayıs 1048, ölümü 4 Aralık 1131. Türbesi İran’ın Nişabur kentinde. Batı dillerindeki adı “Omar Khayyam”.

Tarihçiler onun, yaklaşık bin yıl önce bugünleri görüp yazdığı görüşünde birleşir. Hala aşılamamış bilimsel görüş ve buluşlarına rağmen, başta İran olmak üzere dünyada daha çok şair, özellikle rubai şairi olarak tanınır.

Hayyam’ın rubai kitabının en eski, altın işlemeli kitabı, 1912 yılında bir buzdağına çarparak batan Titanic transatlantiğiyle birlikte okyanusa gömülmüş. 100 yılı aşkın süre içinde sayfalar erimiş olsa bile, süslemelerinin sağlam kalmış olabileceği düşünülmekte.

Büyük edebiyat bilginimiz Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre Hayyam, rubailerinin yanı sıra yıldızlar bilgisi, bir terazi ve takvim bulması, dünyaya küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlü oluşuyla tanınmış ve adeta masallaşmıştır. Çeşitli kaynaklara dağılmış dörtlüklerinin sayısı 1000’i bulmakla birlikte Sabahattin Eyuboğlu, çeviri kitabına bunlardan 396’sını almıştır.

Şöyle bir göz gezdiriyorum: Hayyam’ın “Terane“lerinin yarısından fazlası şarapla ilgili. Her ne kadar bazı Müslümanlar, söz edilenin “ilahi şarap” olduğunu ileri sürerse de, gerçek, bizim bildiğimiz şaraptır! Ama Hayyam, zamanında öyle saygı devşirmişti ki; kimse ona toz kondurmak istemiyordu.

Sabahattin Eyuboğlu’nun “Hayyam/Dörtlükler” kitabından öncelikle dikkatimi çeken bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum: Şu rubaiyi bence erkekler sevgililerine söyleyebilir:

“Sevgili, bir başka güzelsin bugün;

Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.

Güzeller bayram günleri süslenir,

Seninse bayramları süsler yüzün.”

Hayyam gibi akıl sahibi, zevk ehli bir adam, minareyi kılıfına uyduramaz mı?

“Tanrı, cennette şarap içeceksin. Der;

Aynı tanrı nasıl şarabı haram eder?

Hamza bir Arab'ın devesini öldürmüş:

Şarabı yalnız ona haram etmiş peygamber.”

Değerli okurlar. Hanidir kafamı kurcalayan bir konu var.: Yukarıdan, İzmir-Milas üzerinden gelişte Bodrum’un ilk göründüğü dönemece bir tabela asmışlar. “Yokuşbaşı’na geldiğinde Bodrum’u göreceksin” diye başlayan bir ibare yazmışlar. Ben ki; Balıkçı’nın tümcesini bırakın, hiçbir sözcüğünü unutmayacağımı sanırım. Böyle bir söylem anımsamıyorum. Hayyam’ın şu rubaisini görünce kafamda şimşek çaktı:

“Niceleri geldi, neler istediler;

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler.”

Bodrum’u mesken tutmuş gönül erlerinden Hamdi Topçu ile söyleşirken, bu ifadeyi yaz (dır) anın, Balıkçı sever Tuncay Özsert olduğunu öğrendim. O da bir tedai (anıştırma) ile bu metni ön görmüş. Şimdi bu hata düzeltilmeli mi, düzeltilmemeli mi?.. İran’ın fırtına şairi Furuğ, ”Ben bir günah işledim lezzet dolu bir günah” der ya; bizim Hayyam da, suçuna bahane uydurmaya çalışıyor:

“İnsan son nefese hazır gerekmiş:

Nasıl öldüyse öyle dirilecekmiş.

Biz her an şarap ve sevgiliyiz;

Böylece dirilirsek işimiz iş!..”

Hayyam zamanında Türk güzellerinden namlı olduğunu, onun rubaisinden öğreniyoruz:

“Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde,

Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.

O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,

Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde.”

Yine şu dörtlükte söz edilen “şarap” bildiğimiz şaraptan başka bir şey olabilir mi:

“Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını;

Özleriz gül renkli şarabın canını;

Şarap dünyanın kanı, dünya ise kanlımız;

Niçin içmeyelim düşmanımızın kanını?”

Gazetedeki köşemin sınırlarını fazla zorlamamak için , Hayyam’ı

simgeleyen bir dörtlük (terane) ile noktalayalım:

“Olanların olacağı belliymiş çoktan;

İyiyi kötüyü yazmış kaderi yazan;

Ya baştan gereği düşünülmüş her şeyin

Neden boşuna uğraşırız, dertlenir insan?”

“Ya Hayyam günümüzde yaşasaydı?” diye sormayacağım…