Hafta sonu geldi.
Arşivi şöyle bir karıştırdım, hikaye çok ama neşe yok.
Morale, gülmeye ihtiyacımız olduğu böyle zamanda en iyisi fıkra okumak.
Hem gülüyoruz, hem de ders çıkabiliyoruz.
***
Kanuni Sultan Süleyman, büyük ve muhteşem bir sünnet düğünü yapmıştı.
Bu düğün uzun müddet dillere destan oldu.
Sünnetten evvel de veziri İbrahim Paşa, evlenmesi münasebetİyle büyük bir düğün yapmış ve Kanuni'yi davet etmişti.
Birgün Sultan Süleyman, İbrahim Paşa'ya “Paşa... Senin düğünün mü, benim düğünüm mü daha muhteşem oldu?” diye sordu.
Paşa “Benim düğünüm” diye cevap verdi.
Sultan Süleyman üzülerek ve hiddetlenerek sordu:
“Neden?”
İbrahim Paşa kendinden emin yanıt verdi:
“Zira efendim, benim düğünüme dünyanın en büyük padişahı geldi. Sizin düğününüze ise böyle bir kimse gelmedi...”
***
İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, Kanunu Sultan Süleyman'ın huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirdi.
Bunun üzerine Kanuni'nin karşısına çıkarıldı.
Yaşlı kadın, evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek, şikayette bulundu.
Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni:
“Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın?” dedi.
Yaşlı kadın altta kalır mı?
“Padişahım, kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk” diye çıkıştı.
Bu cevap üzerine Kanuni utanarak, “Haklısın” diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından ödedi.
***
Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selime.
Sandık açılıyor.
İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor.
Fakat bir de pis bir koku yayılıyor.
Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.
Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.
Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!
Sultan Selim emir veriyor, “Herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir” diyor.
Sonunda Sultan Selim çözümü kendisi buluyor.
Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor.
İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı.
Gönderiyor.
Şah sandığı açıyor.
Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum.
Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor.
Şah kutunun içindeki pusulayı okuyunca kıpkırmızı oluyor.
Pusulada, “Herkes yediğinden ikram eder” yazıyordur.
***
Kıssadan hisse;
Baharın da sonuna geldik.
Güzel havaların tadını çıkarın...