Hatırlayanlarınız vardır mutlaka. Her “15 Mayıs” yayınımda hüzün kaplardı içimi, öfke ve isyan kaplardı. Sorguladım yıllarca “neden” diye?

Gerçekte ne olmuş 15 Mayıs 1919’da İzmir’de?

Bu kanlı tezgâhı İngilizler'in kurduğu tartışmasız gerçekken, neden İngilizler ve yapıp ettikleri, kanlı hadiseleri tezgahladıkları, türlü fenalıkları yaptıkları bilinirken, hedefe hep ve sadece onların maşaları kondu?

Osmanlı Devleti’nin komaya girmesine sebep olan, başta Anadolu olmak üzere Arap diyarlarında da sürekli fitne, kışkırtıcılık yapan “İngiliz İntelijansı” yeterince araştırılmadı ya da bilgiler yayınlaştırılıp okul kitaplarına sokulmadı. Ve neden sadece o İtalyan ressamın fırçasıyla 15 Mayıs anlatıldı da tüm kanlı hadiseleri seyreden İngiliz askerlerinden bahsedilmedi?

Aynı şekilde, biz yeterince bilmiyoruz İtalyan fırsatçılığını…

Yıllardır başımıza bela olan “Ermeni meselesinde” Almanlar'ın parmağını hiç merak etmedik.

Resmi tarihi kaleme alanlar alınmasın ama eksik ve yanlış yönlendirme dolu. Bazen öyle şeyler yayınlanmış ki, okuyunca yazan hakkında emin olamıyorum. Kendi kendime “Allah Allah bu kahraman mı şimdi?” diye soruyorum.

Başka kimseye de soramıyor, okudukça okuyorum anlamak için.

Ama yine ve ısrarla iddia ediyorum ki, 15 Mayıs 1919 bilinmeyeni çok kasvetli bir gün.

15 Mayıs da 9 Eylül de yeniden hatta sıfırdan masaya yatırılmalı.

Bu yıl güya pandemi gölgesinde anıldı… İzmir Gazeteciler Cemiyeti de olmasa, İzmir gündeminde yer almayacak “15 Mayıs”. Kalem tutan birkaç el olmasa, tam da vaktinde, kimse sosyal medyada hatırlamayacak 15 Mayıs 1919’u.

Fakat iki “kurum” dikkatimi çekti…

Biri İzmir Valiliği diğeri İzmir Emniyet Müdürlüğü.

Şaşırdım, üzüldüm açıkçası.

Yineliyorum şaşkınım. Bir süre önce Kantar Karakolu binası tepesinde, 1922’den beri dalgalanmayan şanlı bayrağımızı on yıllar sonra yeniden dalgalandıran Vali Yavuz Selim Köşger’in 15 Mayıs’ta hepimizi gururlandıracak bir mesajını bekledim. Her konuda “bir şeyler yazan” Vali alıştırdı bizi çünkü sosyal medyasına.

Bekledim… Bekledim… Bekledim…

Ama yazmadı!

İzmir Emniyet Müdürlüğü’nü bekledim… Çünkü 15 Mayıs 1919 Perşembe günü hunharca şehit edilen polislerimiz var. Onların manevi hatıralarına hürmeten de Kapılar Ballıkuyu’da bir anıt ve şehitlik de var yıllardır. Ve yıllar önce her 15 Mayıs ile 9 Eylül’de o anıtta merasimler olurdu.

Ama İzmir Emniyeti de ya unuttu ya bilmiyor aziz şehitlerini… Oysa Müdür Bey’in oldukça entelektüel ve hassas olduğunu “duymuştum”.

Bu 15 Mayıs’ta “hatırlamamak” kadar zoruma giden bir şey olamazdı, oldu.

Beşiktaş’ın futbol şampiyonluğuna dahi kutlama yazan erkan-ı devletimiz, oturdukları makamları borçlu oldukları aziz şehitleri anmasınlar.

Ben kendi payıma kahroldum.

O yüzden de bu 15 Mayıs “kasveti üzerine kasvetle” geçti.

Hem biliyor musunuz? 1919’un 15 Mayıs’ı da ramazana denk geliyormuş. Orhan Beşikçi ağabeyim söyledi. Muhtemeldir ki, şehitlerin çoğu belki hepsi “oruçlu” can verdiler.

Bu bile tek başına “hatırlanmalarını” daha da elzem kılıyor.

Tarihi karakol binalarının bile anlam farkındalığını yaşayamayan İzmir Emniyet Müdürlüğü'ne saygıyla bir bilgi vereyim bari. O bilmedikleri, unuttukları, hatırlamadıkları “Şehit Polisler Anıtı” kaidesinde ne yazıyor, okusunlar diliyorum: “Yüce Türk Ulusu, tarih boyunca esaret zincirini kırarak hür yaşamaya alışmış asil milletimizin evlatları 15/5/1919 tarihinde Yunan ordularının İzmir’i işgali sırasında da zulme karşı çıkarak hunharca şehit edilen ve adını ilk kurşun anıtına yazdıran polis memuru 387 apolet sayılı Hüseyin Avni Efendi ve arkadaşları burada yatmaktadır. Polis çelikleşmiş gücü ile her an senin emrinde ve hizmetindedir. Vatan ilelebet var ve ruhları şad olsun. 26/Ekim/1933 Türkiye”

Ne yazık ki benzer duyarsızlık İzmir Müftülüğü'nde de var. 15 Mayıs’ın dik duruşlu İzmir Müftüsü Rahmetullah Çelebi Efendi’nin kabri 1944-2017 arası harapken merak etmedi de 2017’de İzmir Büyükşehir Belediyesi onardı. Bari onlar birer “Fatiha” okudular mı acaba 15 Mayıs şehitlerine?

Oysa ne demişti Mehmet Akif? “Ders alınsaydı, eder miydi tekerrür tarih?”

Tarih tekerrür etmez inşallah da bu unutkanlıkları da pek hayra yormuyorum demedi demeyin.

O şanlı üniforma ağlıyor, duyan var mı?

“Beka-i devlet, selamet-i millettir” inandığım. Ama “biat” ve “el etek öpmek” yok benim fıtratımda. Bir de bir söz vardır hep söylediğim: “Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar.” Yani “gerçeğin ışığı, düşüncelerin tartışılmasından doğar” diye. Lakin öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bunca boş muhabbet ve “bir olamama” sanıyorum en çok “eski ve kadim” düşmanları güldürüyor kabirlerinde. Onlar kabirlerde ama düşünceleri aynen sahnede. Ve sanıyorum yine benzer yöntemlerle de “yerli iş birlikçileri” var. Özellikle 1946 sonrası ne yazık ki sağlıktan eğitime, edebiyattan tarih araştırmalarına, sanayiden toplumsal hayata hep bir “başkalaşım” mücadelesi yapmışlar. 1980 darbesiyle de “işbaşına getirdikleri” tuhaf kadrolara, bir yandan “muhafazakâr” elbisesi giydirirken diğer yanda da “popüler” ve “cahil” yaşantıyı, bencilliği ve ayrımcılığı dayatmışlar Anadolu’ya. Bizi bizden daha iyi biliyor çünkü “kadim emperyalist” ve “güya dost” güçler… 1914 sonrası yaptıklarının aynısını şimdi “Doğu Akdeniz’de” yapıyorlar işte. Ve İsrail’in fütursuz saldırıları size bir şeyler hatırlatmıyor mu geçmişten?

15 Mayıs 1919’dan bugüne ne var İzmir’de?

Bana somut bir şey söyleyin, bir yer gösterin de kapısında ne olduğu yazsın.

Yer çok aslında… Çok da o kara günün aziz şehidi Miralay Süleyman Fethi Bey neden yok güncel yaşamlarımızda? Ben o aziz şehidin adını alan ortaokul ve lisede okudum. Her sabah onun fotoğrafına bakarak sınıfıma giriyordum.

Sahi, neden 15 Mayıs şehitlerinin adlarını tam bilmiyoruz. Aslında bunların çoğu yazıldı çizildi. “İlk Kurşun Hasan Tahsin” anıtının bir tarafında da yazıyor aslında. Ve aslında “ilk kurşun anıtı” yapılmadan önceki anıt neden kaldırılmış acaba? Acaba Konak-Atatürk Meydanı’na yeni ve anlamlı” bir anıt zamanı gelmedi mi?

Şimdi İstanbul’da bulunan kanlı üniformasının yeni fotoğrafı ulaştı bana. Saatlerce büyüterek baktım. Hissetmeye çalıştım o inançlı Miralayımın ilk acısını… Şehadete yürürken yüzündeki tebessümü. Tarihe kanıyla düşürdüğü kaydın bugünkü acınası hali ise beni derinden yaralıyor.

O gün kendince can korkusuyla “Zito Venizelos” diyenlerin içinde kim bilir kimler vardı da sonraları “işgal anıları” anlatmışlardı. Ya da zincirlerle birbirlerine bağlanıp yolda yürütülen, dövülen, öldürülüp denize atılan, hayvan pisliklerinin içine konulan kim bilir kaç on kişi yüz kişi vardı. Ya da İngiliz, levanten dostları sayesinde o zilletten kaç kişi kurtuldu? Kimdi onlar ve sonraları acaba İzmir’in kaderine hükmettiler mi? O gün acaba kimler “İngiliz İntelijansı” yani istihbaratında dostlara sahipti? Kimler o gün İzmir’i terk edip İstanbul’dan kurtuluş mücadelesi (!) yaptılar? Ya da şehit Hasan Tahsin Receb’e “aman halk içinde nümayiş yapma” diyenler kimlerdi? Ama bugün öyle ya da böyle Miralayımız hala yaşıyor yüreğimizde. Hasan Tahsin ve şehit polislerimizi her şeye rağmen unutmadık. Can korkusunu da boş görmüyorum ama, kaypaklığın tarihe geçtiğine de seviniyorum doğrusu.

O kanlı üniformaya iyi bakın! Korkmayan, şehadete inançla yürüyen, vatanını bayrağını her ne olursa olsun önceliğinden çıkarmayan, üniforma namusunu milletinin namusu sayan bir şehitti Miralay Fethi Bey… Ama yıllarca sanki özellikle anılmadı. Anılsın istenmedi. Tüm “kahramanlıklar” bir kişiye yüklendi, o da eksik yüklendi. Yunanistan’la Kıbrıs meselemizde “birdenbire” derin güçlerin de yönlendirmesiyle “ilk kurşun” anıtı dikildi. Eski anıt yok edildi, oysa o anıtta başka aziz şehitler vardı.

O kutsal üniformadaki kan izleri, 102 yıl sonra bize hala “bir olma” mesajı veremiyorsa, mesajın verilmesi engelleniyorsa bilin ki “başımız dertte”. Çünkü aziz Şehit kabrinde yatmıyor, Narlıdere’de bir şehitlikte sıradan bir kabirde yatıyor. Dişleri müze deposunda, üniforması İstanbul’da. Lahdi yıllarca kırıktı Agora’da, Akın Ersoy hocamız sayesinde tamir edildi, Kâtip Çelebi Üniversitesi’nin değerli hocaları tarafından da ait olduğu Emir Sultan Haziresi’ne götürüldü. Ama Emir Sultan Haziresi bugün kimlerin elinde ve ne halde derseniz, o da yüreğimizde derin bir yara. Cehaletin işgaline terk edildi Emir Sultan!

İzmir kasvetli bir 15 Mayıs’ı 102 yıl sonra yine bin bir soru ve hayal kırıklığıyla yaşadı. Keşke “bazıları” söyledikleri kadar yaşasalar da… Ama yazık ki tarih başka başka ama yine tekerrürde sanki… Zira ne bilginin önemi var ne de tenkide hürmet.

Hatırla İzmir

YouTube’da, İzmirTube kanalında #Hatırlaİzmir adlı bir yayına başladım 15 Mayıs günü. Değişik konuları sıkmadan anlatacağım İzmir’e dair. İzmir’in beynini ona buna kiraya vermemiş aydınlarını dinleyeceğiz. Unutmayı bırakmamız ve yeniden “hatırlamamız” için ne gerekiyorsa yapacağız. Herkesin desteğine ihtiyacım var. Ben kimseyi “ayırmıyorsam” ayrıma tutulmayı da kabul edemem. Çünkü benim kadim şehrime sözüm var ve tutacağım!