Biz sustuğumuzda konuşan bıraktığımız izlerdir. Her ne kadar efendisi olsak da sustuklarımızın ve de anlatmadıklarımızın, konuştuğumuz zaman başlar her şey. Bize hürmeti de, nefreti de getiren ağzımızdan çıkan sözcüklerdir. Rastgele bir yere bilet almak gibidir düşünmeden dile getirilenler.
Bugünlerde bu durumun bir hastalık gibi yayıldığını görüyorum üzüntüyle. Her gün televizyonlardan izlediğimiz siyasilerden mi üzerimize yapışıyor bu ruhsal kirlilik hali, yoksa geçim sıkıntısıyla mı ortaya çıkıyor ya da kent yaşamının stresiyle mi bulaşıyor bilmiyorum… Fakat kötü etkilendiğimiz bir gerçek. Toleranslarımızı yitirmiş, öfkemizin kölesi haline gelmiş, saygımızı kaybetmişiz… Diz boyu sevgisizlik dört bir yanımız. Yaşımız kaç olursa olsun bu hep aynı.
Geçenlerde şehir içinde çalışan otobüslerden birinde tanık olduğum tartışmalardan biri bana iki şey anımsattı. Biri ‘Guguk Kuşu’ydu… Şu hoş sesiyle tanıdığımız kuş türünden bahsetmiyorum… Benim hatırladığım 1975 yılına ait bir filmdi… Film, hapishaneden kurtulmak için kendini deli gibi gösterip tımarhaneye gönderilen bir adamı anlatıyor. Deliler arasında kalan ve arkadaşları tarafından kendisine ‘Guguk Kuşu’ lakabı takılan adam (Jack Nicholson), hastanede kaldığı sürede aslında içeride olanların dışarıdakilerden bir farkı olmadığını düşünüyor. Bunu arkadaşlarına ve hastane çalışanlarına anlatmaya çalıştığında ise tepki çekiyor. Verdiği mücadele sonunda kendisini hastaneden kurtaramadığı gibi önce zorla akıl sağlığı elinden alınıyor, sonra da bir arkadaşı tarafından öldürülüyor. Neşeli başlayan film hazin bir sonla bitiyor.
İkinci aklıma gelen ise Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), yayımladığı “Dünya Akıl Sağlığı” başlıklı rapordu. Raporla birlikte dünyada yetişkin ya da çocuk her beş kişiden birinin yardım almasını gerektiren akıl hastalığı ya da psikolojik sorunlarla karşı karşıya kaldığının açıklanmasıydı.
Bir gün aynı girdaba kapılan insanlar arasında kalabilir, toplumsal çöküşün çığı altında ezilebiliriz. Eğer bizden alınanları geri almak için çaba göstermez, kendimize hakim olamazsak kayboluruz. Oysa tatlı dilin neler yaptığını hepimiz biliriz. Ama sadece bilmek yeterli olmuyor değil mi? Kimsenin kalbini kırmamıza gerek yok. Kavgaya değil, Guguk Kuşu gibi sesinizle huzura çağırın…

gokmen-tasdemir-1

***

Mülteci hayatlar’ fotoğraflarda

gokmen-tasdemirrGeçtiğimiz günlerde haberdar oldum ‘Mülteci Hayatlar’ adı verilen projeden. Bu yüzyılın en kirli savaşının Türkiye’ye savurduğu 3 milyon Suriyeli mültecinin hayatlarına Gaziemir Belediye Basın Danışmanı ve Fiore Ajans Direktörü Hasan Dalgıç mercek tutmuş. Birbirinden ilginç hayat hikayelerinin kahramanlarını önce fotoğraflamış sonra da yaşadıkları zulmü tarihe not düşmüş. Bize de bu çalışmadan ders almak kalmış. İlk sergisi, Sinop 1. Uluslararası Mutluluk Festivali’nde açılan projenin en kısa zamanda İzmir'de İzmirlilerle buluşmasını diliyorum.
Çünkü sergide Osmanlı döneminde Şam’a vali gönderilen Abdullah Şükri’nin soyundan gelen, 30 yaşındaki Suriyeli milli tenisçi Cevad Şükri ile İzmir’de kurduğu işletmeyle 42 kişiye istihdam sağlayan Hussam Fansa’nın öyküleri yer alıyor. Çünkü sergide 4 çocuğuna bakmak için hurdadan bulduğu dikiş makinesiyle mücadele veren Hadice Meskani ve 5 çocuk 1 torun sahibi 39 yaşındaki Henedi Zeyno’nun yaşantıları yer alıyor. Çünkü sergide.... Neyse, en iyisi Hasan Dalgıç'ın projesine destek olunsun, eserler sergilensin siz de en kısa zamanda foto-öyküleri görün. Eline ve yüreğine sağlık Hasan Dalgıç...