Bizim 68 ve 78 kuşağı 1971, 1980 darbelerini yaşadı. Tanklar, askerler... Kaç arkadaşımız genç yaşta ne acılar çekti, ne işkencelerden geçtik, 1971 ve 1980 darbelerinde. Unutur muyuz hiç? Bu ülkede genç nesil, FETÖ'cü darbecilerin Meclis'i bombaladıkları ana tanık oldu. Bir milletin iradesini temsil eden TBMM nasıl hedef alınır? Kendi halkına düşman olan bir zihniyet bu alçaklığı yapar ancak. Bunları unutmadık. 

Darbe yıllarında ideolojik çatışmalar, sokaklarda dinmeyen şiddet ve gerilimler yaşadı bizim kuşaklar. Polisten, karakollardan, ordudan çok işkenceler gördük. Bir devlet, kendi gençlerini yok eder mi? Etti. 

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde devlet hem ana hem de baba gibi şefkatlidir ve adaletlidir. Gerçek demokrasi ile yönetilen ülkelerde bireylerin özgürlükleri devletin güvencesi altındadır. Sadece bireylerin değil azınlıkların, alt kültürlerin, farklı kimliklerin güvenceleri vardır. Bir İsveç'i, bir Finlandiya'yı, bir Norveç'i, bir İsviçre'yi düşünün. O ülkelerde eleştiri bir haktır. Ekmek gibi, su gibi hava gibi yaşamsal bir haktır. Fikir özgürlüğü de öyle, basın özgürlüğü de... Gönül arzu ederdi ki bizde de öyle olsun. 

Bizde gazeteciler tutuklanıp içeri atılıyor. Milletvekilleri tutulup içeri atılıyor. Özgür basın susturuluyor. Muhalif televizyonlar RTÜK'ün sopası altında susturuluyor. Hep birlikte haykırmak zorundayız. Gazetecilik suç değildir. Düşünmek ve eleştirmek suç değildir. İnsan haklarını, azınlık haklarını, kadın haklarını savunmak suç değildir. Bu haklar evrensel haklardır, yok sayılamaz.

Açık söylüyorum devlet, baskıcı, korkutucu değil, devlet demokrasiyi güçlendirici, içselleştirici, özgürlükleri genişletici olmalı. Devlet, insan haklarına karşı duyarlı ve saygılı olmalı. AİHM kararlarına uymalı ve saygılı olmalı.

HHH

Şu hale bakın, nasıl da trajik. Bu devlet, iki üst yargıyı birbirleriyle çatıştırıyor. Ülkede bir yargı krizi çıkarıyor. Bu kriz bir siyasi hamledir, bir oyundur. Krizin çemberindeki mevzu ise Can Atalay konusudur. Can Atalay, seçilmiş bir milletvekili, hâlâ içeride tutuluyor. AYM,  bu konuda hak ihlali var diyor ve yerel mahkemenin verdiği kararı usulsüz buluyor. Yargıtay,  AYM'nin bu kararına adeta kafa tutuyor. Anayasa'da ne diyor? AYM'nin kararları kesindir ve tartışılamaz. Peki Yargıtay bunu bilmiyor mu? Bal gibi de biliyor. Yargıtay, alenen bir hukuk katliamı yaratıyor. Niyeti, Can Atalay'ı içeride tutsak tutmak. 

Hukuk devletlerinde böyle şeyler olmaz. Yargı kurumları kendi sınırları içinde kalmayı bilirler. Siyasetin vesayeti altında karar almazlar. Demokrasinin olduğu ülkelerde özgürlükler, siyasetin eliyle böyle kısıtlanmaz. Gerçek demokrasilerde bireylerin özgürlükleri, devlet  tarafından korumaya alınır. Üzülerek ifade ediyorum. devlet ile bireyler arasındaki mesafenin giderek açıldığını ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştiğini görüyorum. 

Son söz: Türkiye'de gençler arasında bir resim yarışması yapılsa, "Devlet dendiğinde aklınıza ne geliyor, gözünüzün önünde ne canlanıyor?" dense, acaba ne tür resimler çıkar ortaya? Rengarenk iyimser çizimler mi, yoksa koyu, kasvetli çizimler mi? Ne dersiniz?