Sevgili okurlarım, Sayın Cumhurbaşkanı şalgam dedi, turp dedi, turpun büyüğü heybede dedi ve ondan da bir şey çıkmadı. Siyasi rakibi Ekrem İmamoğlu'nu ve birçok bekediye başkanını hukuksuz bir biçimde zindana attırdı. Sayın Erdoğan şimdi de Ahtopatın kolları diyor. Ahtapotun kolları şimdi nereye uzanacak, nereye dokunacak acaba? Peki Sayın Erdoğan neyin peşinde, kafasındaki plan ne? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’li belediye başkanları ve bürokratlarına yönelik şafak operasyonları, gözaltılar ve tutuklamalar üzerinden oluşturulan siyasi atmosferi geniş bir analizle ele almak gerekiyor. Benim siyasi analizim şöyle:
Türkiye’de Siyasi mücadele, İktidar ve muhalefet gerilimi üzerinden yeni bir evreye sürükleniyor. Türkiye’nin siyasi tarihinde dönem dönem artan baskı politikaları, özellikle muhalefeti zayıflatma ve sindirme girişimleri geçmişte de şekillenmişti. Ancak son zamanlarda yaşanan gelişmeler, bu baskıların sistematikleştiği ve doğrudan halk iradesini hedef aldığı izlenimini daha da güçlendirmeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidarın, 2024 yerel seçimlerinde birinci parti konumuna yükselen Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik baskı politikaları, artık bir siyasi refleksin ötesine geçmiş durumda.
Özellikle CHP’li belediye başkanları ve bürokratlarına yönelik yapılan “şafak operasyonları”, gözaltılar ve tutuklamalar; adalet, hukuk ve demokrasi kavramlarının sorgulanmasına neden oluyor. Bu operasyonlar yalnızca bireysel cezalandırma süreçleri değil, aynı zamanda CHP’li yerel yönetimlerin işleyişine müdahale niteliği taşıyor. Hukuk devletinin olmazsa olmazı olan “masumiyet karinesi” ve “bağımsız yargı ilkesi”, bu gelişmeler ışığında giderek daha fazla yara alıyor.
Erdoğan ne hedefliyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hamlelerle kısa ve orta vadede birkaç temel hedefi olduğu söylenebilir. Şöyle ki;
muhalefeti etkisizleştirmek ve sindirmek. CHP’nin son yerel seçimlerde büyükşehirler başta olmak üzere birçok önemli belediyeyi elinde tutması, Erdoğan için ciddi bir siyasi tehdit oluşturuyor. Bu nedenle belediyelerin yıpratılması, halkın gözünde itibarsızlaştırılması ve yönetim krizlerine sürüklenmesi hedefleniyor.
Yerel Seçim Başarısını Gölgeleme: CHP’nin 2024 yerel seçimlerindeki başarıları, iktidarın yıllardır kurduğu “hizmet ve istikrar” algısını sarstı. Bu başarıların önünü kesmek, CHP’li belediyelerin halka dokunan sosyal politikalarını baltalamak da Erdoğan’ın stratejik planları arasında yer alıyor.
Kendi Seçmenini Konsolide Etmek: Kriz, kutuplaşma ve dış tehdit söylemleri üzerinden kendi seçmen tabanını diri tutmak Erdoğan’ın yıllardır izlediği bir strateji. Bu gözaltılar ve tutuklamalar da “iç tehdit” algısı yaratmak suretiyle, seçmenleri bir kez daha iktidarın çevresinde kenetlemeyi amaçlıyor.
Devlet Mekanizmasını Tam Kontrol Altına Almak: Yerel yönetimler devletin halka uzanan elleridir. CHP’li belediyeler, hem hizmet hem de toplumsal etki bakımından alternatif bir iktidar odağına dönüşmüş durumda. Bu nedenle iktidar, merkeziyetçi anlayışla yerelin yetkisini sınırlamaya ve kendi kontrolüne almaya çalışıyor.
Demokrasi Açısından Tehlikeli Bir Eşik:
Unutulmamalı ki demokrasi sadece seçimle sınırlı değildir; hukuk devleti, ifade özgürlüğü, muhalefet hakkı ve idari özerklik gibi unsurlar da demokrasinin vazgeçilmez parçalarıdır. Belediyelere yönelik sistematik baskılar, yalnızca muhalefeti değil, aslında halkın kendi iradesiyle seçtiği yöneticileri de hedef almaktadır. Halkın oylarıyla gelen yöneticilerin yargı eliyle görevden alınması ya da susturulması, demokrasiyle bağdaşmaz.
Ayrıca bu süreç, kamuoyunda yargıya duyulan güveni de ciddi biçimde sarsmaktadır. Soruşturmaların içeriği kamuoyuna şeffaf biçimde açıklanmadıkça ve yargılamalar tarafsızlık içinde yürütülmedikçe, toplumda “hukukun siyasallaştığı” algısı daha da kökleşecektir.
Sonuç: Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’li belediyelere dönük hamleleri, siyasi bir hesaplaşmanın çok ötesinde, demokrasi mücadelesinin tam ortasında duruyor. Bu mücadele artık sadece bir partiye karşı değil; halkın iradesine, yerel yönetimlerin özerkliğine ve hukuk devletine karşı bir sınav niteliği taşıyor. Türkiye’nin geleceği, bu sınavdan nasıl çıkılacağıyla doğrudan bağlantılı.
Dolayısıyla bu süreçte toplumsal dayanışma, şeffaflık talebi ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkma iradesi her zamankinden daha hayati. Hukuk yoksa, neyi konuşacağız. Millet meydanlarda niye direniyor? Hukuku geri istiyor.