Gazetecilerden Atilla Köprülüoğlu'nun, yazıları için seçtiği mottoyu fark edeniniz vardır:

“Gazeteci çağının tanığıdır”
Öyle midir? Daha doğrusu gazete ve gazetecilik nedir?
İzmir'de basın toplantısı yapan popüler bir sanatçı, görüşmeyi açarken bir soru sormuştu:
- Arkadaşlar, gazete nedir? Nereden çıkmıştır bu, Türkiye'de tarihçesi nedir?

***

Genç meslektaşlarımın, susmayı yeğlediklerini gördüm. Elbette orada, gazetecilik okulundaki gibi ders verir tavırla konuşamazdım, diyemezdim ki:
“Gazete sözü, İtalyancadan dilimize geçmiştir;aslı 'gazetta'dır ve ilk zamanlarda gazetenin satış fiyatı olan küçük İtalyan para biriminden gelir:
- Al bir gazete, ver bir gazete falan derken bu terim basılı nesnenin adı olmuş.
Gazetelerin başlangıcı, Roma Senatosu kararlarını halka duyurmak için mermer duvarlarına yazılan bildirilerine dayanır. Bunlara 'Acta Senatus' (Senato'nun İşleri) deniliyordu. Okuma bilen birinin okuduğu bu metinleri, orada bulunanlar dinlerdi. Halkın gösterdiği ilgi yüzünden “Acta Diurnaé (Günün Olayları) adı verilen, daha genel konulara değinen yazılar kazınır oldu mermerlere.
Türkiye'de ilk resmi gazete “Takvim-i Vekayi”, ilk özel gazete “Tercüman – ı Ahval (Hallere Tercüman) olduğunu falan söylemedim elbette. Ama, biraz da üniversitede okuttuğum dersler kapsamında, gazeteciliğin ne olması gerektiğini, bizde durumun ne olduğu kafamı hayli yorduğu olmuştur.
Başlangıçta yapılan en büyük hata; yetenek, beceri ve eğitimine bakılmaksızın, hemen hemen her önüne gelenin gazete veya ajanslarda işe alınmasıdır. Bunun gerektiği en vahim tehlike, böyle kişilerin kendilerini “müptedi” (yeni başlamış) iken “mükemmel” (yetkin) sanmalarıdır. Böyle tıfılların, yaşları kadar deneyimi olan ağabey veya ablalarını küçük görürler. Korkunç bir durum, böyle yeni yetmelerin asparagas (şişirme, düzmece) haber yapmalarıdır. Bu zavallılar, gazetecinin 'haber yapmayıp, haber yazmadığını' nereden bilecekler!
Okuduğundan fazla yazmaya kalkman, felaket olur.
Galiba okumak da yeterli olmuyor.
Elimizde kesin istatistiki rakam yok ama; ülkemizde mantar gibi çoğalan iletişim fakültelerinden “aliyy-ül-a'la” (en üst derecede başarı)ile mezun olmuş iletişimci adaylarının yaklaşık yüzde 10 kadarı kendisine bu dalda yer bulabilmiş ve orada tutunabilmiştir.

***

Gerçek anlamda gazetecilik yapılabilmesi için; yapıldığı ülkenin gazeteyi çıkaranın ve bizzat gazetecinin kendisinin özgür olması zorunludur.
Kitaplarda yazılıdır, bağımsız olabilen ve/veya kalabilen üniversitelerde öğretilen bir bilgi vardır: İkinci Abdülhamit dönemindeki sansür, bizde bazı zamanlardakinden daha az tehlike ile atlatılabiliyordu. Zira o zaman, mevkuteye (basılı yayın organı) girecek haber, yazı ve görsel malzeme, basılmadan önce Sansür Kurulu'na veriliyor, ancak “icazet” (izin) alınırsa yayınlanabiliyordu. Diğer şekilde yazan veya yayıncı, kullandığı yazılı ve görsel malzemede suç var sayıldığını, o nesnenin yayından sonra, kendisine suçlama yöneltildiğinde fark edebiliyordu.
Sonra efendimiz, neler niçin sakıncalı, zararlı görüldüğü için yazan veya yayınlayan suçlanıyordu?
En çok önümüze konulan gerekçe şudur:
- Milli menfaat (ulusal çıkar)
Peki, ya haberin menfaati?
Bu konuda, geçerliliğini yitirmeyecek bir deneyim yaşandı:
Hatırlayanınız vardır.
2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia adalarını işgal etmesi üzerine, tarihe “Falkland Savaşı” diye geçecek olan Arjantin- İngiltere kapışması patlak verdi.
İngiliz İşçi Partisi Hükümeti, BBC'nin bir yayınının “İngiltere'nin ulusal çıkarlarına aykırı” bularak tartışma konusu yaptı. (TRT'yi kurarken bizim de örnek aldığımız) BBC yetkilileri; “İngiltere'nin menfaati varsa, haberin de menfaati vardır. Haberin kimin yararına olduğuna değil, önem ve doğruluğuna bakılır” savunması yaptı.
Sonunda ne oldu?
Hükumet BBC'yi (Britanya Yayın Kurulu) haklı buldu ve bizzat İşçi Partisi Lideri ve Başbakan Harold Wilson, BBC'den özür diledi. (Kimse, “aynen bizdeki gibi” demeye kalkmasın.)
***
Yazıyı şuraya getirmek istiyorum:
Gazeteciliğin mesleğini yapma özgürlüğü, ona da mesleksel sorumluluk yükler.
1959'dan beri bu işin içinde, 1979'dan beri “Basın Şeref Kartı” taşıyan ve 1980'den bu yana bu mesleği üniversite düzeyinde öğretmeye çalışan biri olarak, Türkiye'de gazeteciliğin zorluk ne ve sorunlarını az buçuk biliyorum.
Bu “ahval ve şerait” (haller ve şartlar) altında bile gazetecinin görevi; mesleğini bilinçle ve namuslu olarak icra etmesidir.
Gazetecilikte haber ve yorum birbirinden ayrılır. Yorumcunun ad ve sıfatı verilir ve sorumluluk kendisine aittir. Haberci, yorumu kendisi yapmaz, bir yetkili veya uzmana yaptırır.
Ünlü bir adamın söylediği gazete ve gazetecilik ile ilgili bir özlü sözü iktibas ediyorum (alıntılıyorum):
“Gazetesiz bir hükumet idaresine hükumetsiz bir gazete idaresini tercih ederim.” (Thomas Jefferson)