Fil olayından bahseder. Mekki (Mekke devrinde nazil olmuş) 6 ayettir.
Bismi'llahi'r -Rahmani'r- Rahim
1. Ey Muhammed! Kabe'yi yıkmağa gelen fil sahiplerine Rabbinin ne ettiğini görmedin mi? 2. Onların düzenlerini boşa çıkarmadın mı? 3.4. Onların üzerine sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi. 5. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi yaptı.
(Kur'an-ı Kerim ve Türkçe anlamı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, İlk Basım, Ankara 1973)
***
Kutsal kitabımızın 105. suresi böyle diyor.
İslam Peygamberinin, “... Kıyamet kopuyor olsa, elinizde bir fidan varsa onu dikin” diye buyurmuyor mu?
1962 yılında, İzmir Gazeteciler Cemiyeti adına gittiğim, Hac seferi zamanında aklımda kalmış bir kıssayı aktarayım da, isteyen bundan bir hisse çıkarsın:
Peygamber Efendimiz bir gün bir grup sahabe (Peygamber'in kendisini veya onu görmüş bir kişiyi gören kişi) ile dolaşıyormuş.
Yürürken, bir matsaba (kumla örtülü mezar yığını) görmüşler. Hz. Muhammed:
-Bu adamın çektiği azap yeter; şuradan bir hurma dalı koparıp güneşten yana dikiverin de zavallının üstüne gölge olsun!
Buyruk yerine getirilmiş... Ve bundan sonra, Müslüman mezarlıklarına ağaç (Genellikle uzun ömürlü olduğu için sedir) dikildiği malumunuzdur. (Burada bir batıl inanışı düzeltmek gerekiyor: halkın “Kara Selvi” dediği ağacın uğursuz sayıldığı görülüyor. Bre Müslümanlar, ağacın uğursuzu olur mu?)
Hatırlatayım: Daha sonra Feld Mareşal olacak Prusyalı Yüzbaşı Helmut von Moltke; Osmanlı ordusuna çağdaş bir nitelik kazandırmakla görevlendirilmiştir. Moltke 1830'lu yıllar boyunca, İstanbul'dan Hakkari'ye yolculuk yapmıştır. Bu serüveni anlattığı “Mektuplar”da yazıya getirilen bir kıyaslama var:
“... Ormanın ne olduğunu görmek için Türkiye'ye gitmeli. Van'dan bir sincap yola çıksa, ağaçtan ağaca atlayarak, hiç yere basmadan İzmir'e ulaşabilir... Hele Manisa-Tire-İzmir arasında sanki ağaçlar dahi bir sanatçının belirlediği yerlerde çıkmış...”
Peki n'olmuş sonra? Daha 1922'de, Kurtarıcı Gazi'nin Belkahve'den seyrettiği İzmir Körfezi'ni güneyden ve kuzeyden çeviren dağlar, yemyeşil örtüyle kaplıydı. “Sefalet ve cehalet birleşmiş”, mavi körfezin yeşil çerçevesi yok edilmiş; sanki tepelerden toprak kaysın da körfezi doldursun istenir gibi...
İzmir'in neresinde bir soluk alınacak bir gölgelik var; vahşi kapitalizm, elinde balta, saldırmış ormana “elimizde balta, belimizde uzun ip, biz gideriz ormana” diye çocuk şarkısı yaparsak...
Bu yazımda, Kuran'da söz edilen ebabil kuşlarını imdada çağıracağım. En son Kazım Dirik'ler Behçet Uz'lar Halikarnas Balıkçısıgiller almışlar ellerine fırçayı, İzmir haritasının çoğu yerini yeşile boyamışlar. İzmir-Tire-Torbalı yolunu, Kültürpark alanı, Turan sırtlarını, Bornova Üniversite Caddesi'ni, Fevzipaşa Bulvarı'nı, Atatürk Bulvarı'nı (1. Kordon), Şair Eşref Bulvarı'nı, Mustafabey Caddesi'ni ölümsüz ağaçlarla donatmışlar.
Rica edeceğim, andığım yerlerden geçin; her zaman geçiyorsanız bir de dikkat ederek kat edin bu yolları. Üç ağaçtan beşi, pardon, allah söyletti; beş ağaçtan üçü, uçurulmuş. Yerlerinde kayrak taşları gibi omacaları kalmış. Ayakta kalan ağaçlara bakın: Hepsinin dibine kibrit suyu ekmiş veya diplerine betondan idam ipi geçirmişiz.
Bre Allah'ın kulları! Elektrik direği mi bu ağaçlar? Her canlı gibi onların da aşağıdan toprakla, yukarıdan havayla alışverişe ihtiyacı var. Her ağacın – hiç değilse - taç gölgesi kadar dibinin açık olması lazım! Muğla'dan Ardahan'a, Edirne'den Şırnak'a kadar her şehrimizde aynı cehalet aynı cinayet! Bunca yetkiliye ağaç katlini aynı karanlık eller mi öğretiyor.
Bir de “Bin ağaç kestik ama milyon ağaç diktik” diyenler yok mu? Al eline baltayı... Tövbe tövbe...
Bir yurttaş 60 yıldır bu cennetin havasını soluyan bir İzmirli olarak uyarıyorum: Yakın bir gelecekte kesecek, dibinde gölgelenecek ağaç bulamayacağız. “Yaş kesenin başını keserim” diyen Fatih'in torunları bellerinde uzun ip, ellerinde balta, Don Kişot'unkiler gibi saldıracak yel değirmeni arıyor.
“Söylesem yararı yok” diye, Rabbimden Kabe'yi yıkmaya gelenleri mahveden kuşları, dünyayı yıkmaya kalkışanları yok etmeye göndermesi için niyaz ediyor; yazıyı Aydın Gün'e bırakıyorum.
TELLİ KAVAK
Bir telli kavak büyürdü,
Daday'ın Çiğdene köyünde
Usuldan usuldan.
Yerin karanlığından azat olmus,
Aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan.
Kendi halindeydi telli kavak.
Geceleri gökyüzüne bakarak,
Samanyolunu düşünürdü yaprak yaprak.
Ona konmayan kuşa kuş,
Ona değmeyen rüzgara rüzgar da denemezdi.
Gel zaman git zaman,
Kızını everecekti Çiğdeneli Halil
Cebindeki yetmezdi.
Bir gece sabaha karşı;
Ver yansın ettiler baltayı ayak bileklerine Telli'nin.
Uyanıverdi ilk vuruştan
Aman, dedi Telli Kavak; “kıyman!”
Sular bulandı ayaklarının ucundan,
Yapraklar yalvardı bir ağızdan; “Vuurman!”
Aman zaman dinler miydi Çiğdeneli Halil
Kızını everecekti, cebindeki yetmezdi.
Yıkılıverdi Telli Kavak,
Ortasına gecenin
boylu boyuncak.
Oldu mu ya, dedi Telli Kavak,
Böğründe duran baltaya;
Yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında.
Kim gönderecek şimdi selamını suların,
Samanyoluna yaprak yaprak?
Ne olacak şimdi rüzgar?
Kuşlar nereye konacak?
Ordan oraya atıldı Telli Kavak
Elden ele satıldı.
Boynuna dört demir takıldı
Çankırı'ya beş mavzer atımı uzak,
Bir tepenin duldasına cakıldı.
Telefon direği oldu Telli Kavak.
Vınladı durdu telefon telleri boynunda.
Samanyoluna baktı geceleri.
Suları düşündü ayaklarının ucunda,
Yapraklarını düşündü,
Rüzgarı düşündü avcunda,
Gözleri dolu dolu oldu.
Bir türkü söyledi sonunda;
“Telefonun tellerine, kuşlar mı konar
Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?”
(TÜRK OPERA VE BALESİ KURUCUSU)
Doğ: 1918, Ölm: 30 Kasım 2007