Karşıyaka'da eski evimizin bulunduğu bölgeye yakın otururdu faytoncular. O yüzden de mesai bittiğinde bizim evin önündeki yoldan geçerlerdi.
Mesai dediğime bakmayın, gece 10, yaz aylarında 11, bazen 12'leri bulurdu eve dönüşleri. Faytoncunun, saatin kaç olduğuna aldırış etmeden, bangır bangır çaldığı arabesk müzikle karışırdı atların yorgun nal sesleri.
Arada başımı uzatır, pencereden bakardım. Manzara şöyle bir şey olurdu; ışıklarla süslenmiş bir fayton ve önünde, onu tüm gün çekmiş ve gece karanlığında da çekmeye çalışan cılız bir at...
At gözlükleri sadece önüne bakmasını; “yürü” deyince yürüyüp, “dur” deyince durmasını öğretmiş ona. Bildiği başka bir hayat yok. Sırtında faytonun ağırlığı, sabahtan akşama kah beton, kah asfalt üzerinde, kimi zaman sağanak yağmurda kimi zaman kavurucu sıcakta yürümekle geçen bir ömür. Yazın gölgede yeterince duramadığı, bir de, ara sıra sırtında patlayan kırbaçlar yüzünden yara bere içindeki, artık parlaklığından eser kalmamış derisi... Çoktan miadını doldurmuş ama bir türlü değiştirilmemiş eğreti nalları...
Merak ediyorum o güzelim bacaklar özgürce, sırf kendi istediği için koştu mu hiç?
Acaba toprağa, çimene kaç kez değdi ayakları?
Zavallı hayvanın böyle sefil bir yaşamı olmasının tek nedeni var; insanlar sahil kenarlarında faytonla gezebilsin diye...

Daha önce de yazdım faytonları. Bu işin gereksizliğini. Bu işin; yüzde 100 hayvan hakkı ihlali olduğunu...
İstanbul Büyükada'daki fayton atlarının dramını anlatan belgeseller bile yapıldı. İzleyin ve görün hayvanların neler yaşadığını.
“Birilerinin ekmek teknesi onlar, gözleri gibi bakarlar” da demeyin. Bir deri bir kemik haldeki atlar bambaşka bir hikaye anlatıyor. Antalya'da fayton çekerken ölen atını caddenin ortasında terk edip giden faytoncular da gördü bu memleket.
İzmir'de; diğer fayton atlarına kıyasla, en iyi şekilde bakılan, beslenen, yazın özel gölgeliklerde bekletilen Kordon'daki atlar bile betonlaşmış, trafik karmaşası yaşanan, günden güne kalabalıklaşan metropolde zorlanıyor artık.
Daha geçtiğimiz haftalarda Şair Eşref Bulvarı'nda tramvay yolunda kayıp düştü bir tanesi. Yarım saat baygın kaldı. Şansı varmış ki, ayağı kırılmadı.
Bir sorun kendinize; gerçekten gerekli mi fayton?
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Körfez'in sahil kesiminde, bisiklet yolları yaptı. Kordon'u, Bostanlı'yı, Güzelyalı'yı bisikletle keşfetmek, güzel olmaz mıydı?
“Yok ben yorulurum” diyen gırgır'lara (elektrikli scooter) binebilir mesela.
“Yok onu da beceremem” diyen atlasın tramvaya tıngır mıngır gitsin o zaman.
Hayır, illa ki fayton diye tutturuluyorsa eğer, atsız faytonlara geçelim. Güneş enerjisi ile çalışsın mesela. Yakışmaz mı İzmir'e? Hem hayvan haklarını korumuş olur hem de “Çevreci ulaşım” anlayışına uyar.
Yetkililere seslensek de boş aslında. “Şimdi kim uğraşacak bu işlerle”, der geçerler.
O yüzden ben bugün size seslenmek istiyorum. Hayatında bir kere olsun faytona binmiş olanlara, ara sıra binenlere, ya da binmek isteyenlere...
Binme! Ne olur binme!
Sen, faytona binmesen de, yine şehrin keyfini çıkaracak bir alternatif bulursun. Ama bindikçe, o atlar yaşamlarını zulüm içinde geçirmeye mahkum olacak.
Arz-talep meselesi bu işler. Sen talep etmedikçe, bir bir yok olup gidecek atlı fayton anlayışı da. Yerine bir canlıyı üzmeyecek alternatifler gelecek mecburen.
Faytona binme, atları özgür bırak.