“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

dünyayı çocuklara verelim

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler”

Büyük usta Nazım Hikmet’in “Dünyayı Verelim Çocuklara” adlı şiiri yön verecek yazıma ve bugün çocuklar için özel bir gün aslında… Yaşamın geleceği çocuklar… Hayatın anlamı çocuklar… Hem kendi ekseni etrafında, hem de güneşin etrafında, bin yıllardır fırıl fırıl dönen, yaşadığımız dünyanın da geleceği çocuklar, ki bu bir tezse; yani geleceğin kurgusunu,

kurgulayıp gelecekte yaşayacak olanlar, bugünün çocuklarıysa… Nasıl ki, bugünü kurgulayıp yaşayanlar da dünün çocuklarıydıysa… Ve geleceğine erişip de, bir büyük olarak yaşadığı zamandaki çocuklar için de aynı tez geçerli olacaksa…

***

O zaman, her şey çocuklar için olmamalı mı? Ya da yaşamın tüm düzenekleri, çocuklar için kurgulanıp, çevrilmemeli mi hayatın içerisine? Ve yaşam; aslında koca bir ömür dediğimiz ve hiç bitmeyecek zannettiğimiz yaşam… Yalnızca çocuklar için çizilse, büyükçe bir tuale çizilen yağlı boya tablosu gibi; baktıkça ömre ömür katan güzellikte bir manzara içerse mesela… Ya da sadece oyunlar oynayıp, eğlenseler doyasıya… Gezseler, gezseler, gezseler… Öğrenseler, evet, ilim ve bilim öğrenseler ama metazori değil! Severek ve yarışmadan! Seçilmeden, eşit ve adil! Spor oyunlarının her çeşidi ile ve sonucunda asla üzülmeyecekleri müsabakalar yapsalar bolca… Ve artık her ne yaparlarsa yapsınlar; geleceklerini mükemmele yakın kurgulayabilseler ve yaşasalar doyasıya… Böyle güzel niyetler akıyor kelimelerimden ve birleşip, bir niyet deresine dönüşüyorlar ki; elbet, hayalden öteye her an geçebilecek bir istek gibi duruyor karşımızda…

Ülkemizin içerisinde bulunduğu hem ekonomik, hem siyasi sıkıntılara bakılırsa; devletin her kademesini yönetenlerin, kendi çocukluklarını yeterince ve güzel kurgulanmış bir yaşam formatında yaşamadıklarını düşünüyoruz. İç çekiyoruz bir büyük; of, of! Ve sonrasında ahlarımıza vahlarımız karışıyor ki; ciğerlerimiz yanıyor yüz yıllık canımız vatanımızın, dünya devletleri içerisindeki düşürüldüğü sıralamalara… Çocuk yaşta evlilik ve çocuk işçi çalıştırma sıralamalarında inanılmaz ve utanılacak derecede başlardayız mesela! Ancak ekonomik ve kamusal diğer göstergelerden hiçbir örnek vermeyeceğim; malum, bu yazı spor içerikli bir yazı... Ama Uefa (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği) ülkeler sıralamasında Türkiye’miz şu anda on sekizinci sırada ancak

kendisine yer bulabildi. Uzun yıllardır onunculuk ile on birincilik sıralarında gidip gelen Türkiye, son beş yıldaki yanlış stratejilerle üst sıralardaki yerini giderek kaybetti. İlk on beşin içerisinde olmamak demek; Avrupa Kupalarına beş takım gönderememek demek! Alt yaş gruplarında da farklı değiliz! Kadın ligleri sıralamasında da…

***

Nasıl olalım;

Kadınlar futbol ligleri henüz start almadı. Yerel liglerde yer alan, on sekiz yaş altı denilen U18 ligi dışında, alt yaş kategorileri de başlamadı. Sadece Süper Lig ve TFF 1. Lig ekipleri için U16 ve U17 maçları oynanıyor ki, onlar da elit lig adıyla hazırlanmış fikstür içerisinde oynuyorlar. Ülkemizdeki nüfusun 2020 yılı verilerine göre yaklaşık %30’luk bir kısmının on sekiz yaş altında olduğunu düşünürsek; yani nüfusumuzun yaklaşık 25 milyonunun çocuk olduğu ortaya çıkar ki, biz bu yirmi beş milyon çocuk içerisinden sadece ve en fazla bir buçuk milyonuna spor yaptırıyoruz.

Gerisi mi? Bu yazının konusunu çocuk olarak belirledim –ki, 20 Kasım tarihi “Dünya Çocuk Hakları Günü”… Spor yaptıramadığımız çocuklar, ya çalıştırılıyorlar, ya evlendiriliyorlar ya da çocuk haklarından bihaberler ve en önemlisi de geleceklerini kurgulayamadan, hayal dahi kuramadan yaşamaya çalışıyorlar. Oysaki çocukluk ne de yaşanası şey ve ne fazla yaşanılası!

Dipnot; “Tekrar çocuklar gibi olmamız yerine getirilemeyecek bir taleptir; ama en azından çocukların bizler gibi olmasını önlemeye çalışabiliriz.” Erich Kastner.