Dietrich Bonhoeffer’in, Nazi Almanyası'nın Flossenbürg toplama kampında hayatı sona erdiğinde, tarihler 9 Nisan 1945’i gösteriyordu. Hemen akla, Yahudi Soykırımı (Holokost) ve dolayısı ile Almanya'da Hitler’in başkanlığını yaptığı Nasyonalsosyalist iktidar döneminde  yani 1941-1945 yılları arasında Avrupalı Yahudilere yönelik sistematik soykırımla ölen yaklaşık 6.3 milyon kişiden birisi olduğu geliyor.

Ama bir Almandı ve Oskar Schindler, Friedrich Olbricht, Claus von Stauffenberg, Albrecht Mertz von Quirnheim ve Werner von Haeften gibi askeri kökenli olmasa bile Nazizm karşıtı bir teolog olarak bu mücadelenin içinde idi.

Çok bilinmese de, Nazi döneminde üç milyona yakın Alman, muhalif tutumları nedeni ile Gestapo tarafından soruşturulmuş, bunlardan bir milyona yakını da Nazi karşıtı düşünce  suçlarından tutuklanmıştır. Ayrıca, 77 bin Alman yine siyasi suç hükmü ile 1933 ve 1945 yılları arasında askeri mahkemelerce idama mahkum edilmiştir.

***

Dietrich Bonhoeffer, 4 Şubat 1906  Breslau doğumlu. Bir Lüteryan teolog olarak öğrenimini tamamladı. 15 Haziran 1520'de Papa X. Leo tarafından aforoz edilen ve Bonhoeffer gibi bir teolog olan Martin Luther'in, geleneksel kilise otoritesini yok sayarak oluşturduğu bir Hristiyan mezhebi olan Luthercilik, açık görüşlü ve liberal içeriği ile başta Almanya, özellikle de Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkelerinde yaygın bir inançtır.

Bonhoeffer’un gerek aldığı liberal Lutherian din eğitimi gerekse özgürlükçü kişiliği, Nazilerin iktidara geldiği andan itibaren onların politikalarına ama özellikle antisemitizme karşı mücadelenin içine girmesine yol açtı. 'Bekennende Kirche' diye bilinen ünlü Alman Protestan direnişinin sözcülüğünü üstlendi. Yakın arkadaşları, hayatından endişe edip onu zorlayarak, Londra ve New York’ta ikametini sağladılarsa da, her seferinde ülkesine, dolayısı ile Nazilerle mücadelesine geri döndü. O zamanlar Amerikalı ünlü din alimi Reinhold Niebuhr'a yazdığı bir mektupta, içinde bulunduğu duygu durumunu şu sözlerle anlatmıştı: “Şimdi halkımın yaşadığı güçlükleri onlarla paylaşmazsam, sonra ideallerimiz paralelinde yeniden gerçekleşecek kuruluşa katılma hakkını kendimde bulamam.”

Nitekim ülkeye döner dönmez yani 5 Nisan 1943'te tutuklandı ve Berlin'de hapsedildi. Daha sonra 20 Temmuz 1944’de Hitler'e karşı başarısızlıkla sonuçlanan suikastı gerçekleştirenleri tanıdığı gerekçesi ile ismi bu soruşturma dosyasına ilave edildi.

***

Hapiste, tanık olduğu Nazi dönemindeki gibi kitleleri hipnotize eden toplumsal çılgınlığın nedenleri üzerine uzun zaman düşünme fırsatı buldu. Bugün kitle hipnozu terimi içinde yapılan bir çok çalışmada, topluma yönelik algı formasyonu için binlerce insanın, milyarlarca dolarlık sektör halinde politikacıların hizmetinde olması gibi, Almanya tarihinin bu karanlık döneminde de, nasıl olup da çağına göre uygar sayılan bir kültürü yaşayan bir ülke, Nazizm gibi bir kötülüğün esiri olabiliyordu diye düşünmeye başladı! Bu bir geçici körlük ya da aptallık mıydı? Bonhoeffer, bunun özünde bir zeka değil bir ahlaki problem olduğu sonucuna vardı. Çünkü Naziler entelektüel birikimlere sahiptiler ve doğuştan da bir zeka hastalıkları yoktu. O zaman kitlesel hipnozun doğası ya da etiopatojenitesi psikolojik olmaktan ziyade sosyolojikti! Yani bu hipnozun içinde olan insanlar, özgür düşünce ve perspektiflerini bir büyünün içindeymişçesine kapattıkları için, otonom hareket içinde yani katatonik bir halde, slogonik ve robotvari davranış ve cümlelerle hareket ederek tüm kötülükleri yapma noktasına geliyorlardı. Dolayısıyla politik ve dini hareketlerde rastlanılan lidere ya da diktatöre vecd halinde tapınma aşaması ile döngü tamamlanıyordu. Kötülük yaptıklarının ayırdına varmadan liderlerinin emrinde onların isteklerini sorgusuz ve vicdan muhasebesi yapmaksızın yerine getiriyorlardı. Bu toplumsal aura, diktatörlerin varoluş vasatı idi.

Onları, yaşadıkları topluma kabus olan bu uykularından uyandırmak için, içinde bulundukları bilinç esirliğinden kurtarmak yani özgürleştirmek gerekiyordu. Bu noktada ‘kitle hipnozu’ terimini ortaya koyan Edward Bernays’ı anmamız gerekecek. Toplum mühendisliği için kullanılan propagandalardan eğitim, din-siyaset ve çoklu tekil kaynaklara kadar bir çok aracın teorisini oluşturan kişidir Bernays. Amerika’da ‘kominist tehdit’ argümanı ile ABD hükümetlerinin CIA’in bir çok projesini ete kemiğe büründüren bu kişi, dünyada ilk halkla ilişkiler dersini New York’ta verdiğinde tarih 1922 idi. Bir yıl sonra bu konulardaki kült bir kitap olan ‘Cyristallizing Public Opinion’u basacaktı.

Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud’un yeğeni olan Edward Bernays, amcası kadar tanınmasa da modern tüketim toplumu üzerinde yarattığı etki oldukça büyüktü, en azından Nazizmin propaganda şefi olan Paul Joseph Goebbels gibi kadrolara ilham verdi ne yazık ki!

Dietrich Bonhoeffer, Flossenbürg toplama kampında, darağacında asılmadan hemen önce, gardiyana, "Yaptığımız her şeyden sorumluyuz" demişti. Nitekim Nazizm kurucuları Hitler ve Goebels, yenilgi sonrası intihar edecekler, cesetleri yakılıp Elbe'nin bir kolu olan Biederitz nehrinde yokluğa dökülecektir. Bonhoeffer ise yüceltilerek saygıyla anılmaya devam ediyor.