Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize (DENİZ GEZMİŞ)
“Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı”
****
“Edebiyatın Kaptanı” Attila İlhan’ın dörtlüğü, Denizler’in idamını böyle anlatır.
Hepimiz biliriz;
“Mahur”şiirini 53 yıl önce bugün yazmıştır şair.
Gözyaşları içinde de okumuştur Karşıyaka-Konak vapurunun kıç bölümünde. Demokrat İzmir Gazetesi’nde beraber çalıştığı gazeteci Okan Yüksel Ustamız'a.
Okan Baba, o vapurda
"Mahur''u ilk dinleyenlerden olma onurunu yazılarında, konuşmalarında
hep dillendirmiştir...
****
21 Mart’ta "ayrılık defteri" elimize verilen Okan Baba, “Deniz Hiç Yaşlanmadı” da yazmıştı, alıntılıyorum, saygıyla anıyorum kendisini de;
“Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık’ diye haykıran Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve yoldaşlarımız için toplumsal hafızamıza kazınan -yalnızca- ölüm olmadı.
Onlar bu ülkenin 'isyancı gençleri' olarak bizlere hem onurlu bir miras, hem de büyük bir sorumluluk bıraktı.
Onlar özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesinin yanı başına onur, ahlak ve insan kişiliklerini yaydı.
Hayat varsa ölüm de var. Ölüm hayatın gerçeği.
Ve iki kez ölünmüyor. Hepimize biçilmiş ölüm. Yaşarken ölmemek için yaşamalı.
Ölünce ölmemek için yaşamalı.
Deniz Gezmiş ölmeyenlerdendir.
Eşitliği, özgürlüğü savunuyordu.
Boyun eğdirmeye çalışanlara inat başını dik tutuyordu
Deniz, yoldaşları Yusuf ve Hüseyin ile düşmanlığı savunanlara karşı kardeşliğin sesiydi.
6 Mayıs 1972’de darağacında katledilen ‘Üç Fidan’ bu ülkede onurlu olmanın, başı dik dolaşmanın, yiğitliğin sembolü oldu.
‘Hala yakar türküsünü inceden inceye” Deniz, Yusuf, Hüseyin ölümsüzlüğe kavuşmuş olarak.
Çünkü onları sakladık. “Aslında seni saklamak / Her yaşta ustalık ister / Öfke ister bilek kalınlığında – çünkü seni saklamak/- harcı değildi / her babayiğidin’
Biz sizi yüreğimizde sakladık.
Hasretinize vurun bizi. Onların mirası mücadelemizde yaşıyor...”
****
Denizler'in Yol arkadaşlarından Tuncay Çelen Ankara Merkez Cezaevi günlerini ve Denizler’in sehpaya gidişini anlatıyor:
“Cezaevinde de, yakalandıktan asılmalarına kadar üçü de hiçbir zaman canlılıklarından bir şey kaybetmeden, inançlarından bir şey kaybetmeden yaşantılarını sürdürdüler.
O durumlarında bile bize sürekli, moral verirlerdi. Deniz, selvi boyuyla, postallarının bağları açık, her fırsatta nöbetçileri atlatır, elinde yirmibeşlik çaydanlıkla gelirdi. Şakalaşır, o ünlü hikayelerinden birkaç tane anlatır, bizimle birlikte sürekli, dilinden düşüremediği türküyü söylerdi...
'Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Göklere erişti feryadım ahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama...
Bir gülün çevresi dikendir hardır,
Bülbül gülün elinden ahuzardır
Ne olsa da kışın sonu bahardır
Bu da gelir bu da geçer ağlama...'
Ve sürekli Ahmed Arif’ten şiirler okurdu. Hücresinden bile gür sesiyle okuduğu şiirleri koğuşlarımızdan dinlerdik. En çok da 'Adiloş Bebe’'yi okurdu.
Bir gece şiirler sustu, gelmedi.
Gariplik vardı.
Zincir şakırtıları yankılanıyordu.
Bir nöbetçi er ağlayarak, “Abi Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i asmaya götürüyorlar’ dedi."
(Bizim 68-Aydın Çubukçu
-1993)
****
“Bahar gelmişti oysa, Mayısın altısı…
Üç cemreydi sabaha karşı,
Üç kor parçası.
Düştüler havaya, suya ve toprağa,
Üç ateş gibi...
Günlerden “Hızır” dileğimizde,
Üç asılı can kaldı.
Kan kırmızı kızıl...”
“Üç Fidan”; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; onlar; karanlıkları aydınlatanlar!
Onlar düşüncelerin asılmadığı yerlerde şimdi.
Bugün hâlâ on binlerce çocuğun adında ''Deniz" yaşıyor.
Unutulmuyor, sevip sayılıyor, yaşatılıyorlar.
Sadece 6 Mayıs’larda değil; her mitingde, toplantıda
-ölümüne inançlı asla boyun eğmemiş-
bu isimler ısrarla anılıyor;
Deniz, Yusuf, İnan!
****
68 dalgasının gençlik hareketi içinden çıkardığı “en nitelikli” önderlerdi onlar...
Dayanışma duygulu ile geleceğe inançlı, başeğmez isyancı ruhlu, erişilmez gururluydular.
Hatırası güzel yaşasın; Onat Kutlar’ın bir yazısından aklımda kalmış...
68 Gençliğinin bir özelliğinin de “bozulmamışlık, saflık” olduğunu ifade etmişti.
Üç Fidan; asla bozulmamıştı asla!
Simge oldular, bayrak oldular!
İdamlarının ardından şiirler, kitaplar yazıldı türküler ağıtlar yakıldı, besteler yapıldı.
“Deniz, “Biz edebiyattan gelmiştik” demişti.
Onları -Deniz’in de çok sevdiği-
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın “Deniz Hasreti” şiirindeki son dörtlükle -ben de- anıyorum;
“Bir gün nehirler gibi çağlıyarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım,
Elma bahçelerinden,
fındık bahçelerinden.”