Önümüzdeki Pazartesi, Cumhuriyetimizin 95. yaşını kutlayacağız.
Bir yüzyıla yaklaşan bu süre içinde, bazı alanlarda önemli gelişmeler kaydederken, siyasal planda Cumhuriyetin ilk yıllarının gerisine düşmek üzere olduğumuz yadsınamaz bir gerçek.
Ekonomik açıdan dışa bağımlılığımız artarken, özgürlükler açısından dünya liginin son sıralarına doğru hızla yol alıyoruz.
Her dönemde, siyasal iktidarların ideolojik aygıt olarak kullanmak arzusunda olduğu medya dünyası tek sesliliğe teslim olmuş durumda.
Eğitim alanında atılan adımlar, Cumhuriyetimizin niteliğini değiştirme yönünde ilerliyor.
Ekonomisi ultra liberal, kültürü dindar, kindar ve milliyetçi, siyaseti otoriter bir toplumda sanatın geleceği olabilir mi?
Bazı liberal kalemlerin acımasızca eleştirdiği Cumhuriyetin sanat politikasını anımsamakta yarar var. Faşist ideolojinin Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllarda, emperyalizme karşı mücadele vererek yeni bir devlet inşa etmeyi başaran Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, çoğulcu bir kültür anlayışını benimsemedikleri için eleştirmek, dönemin koşullarını göz ardı etmek olur.
Cumhuriyetin kültür ve sanat politikasının en önemli uygulama alanları olan Köy Enstitüleri ve Halkevleri’nin işlevini, tek sesli bir ideolojiyi yaymakla sınırlamak büyük bir haksızlık olur.
Elbette, yeni bir ulus, yeni bir toplum inşa etme çabası, yeni bir insan yaratma niyetini de içeriyordu. Ama, Faşist ve Nazi ideolojilerinin yaratmak istediği insan tipolojisinden farklı bir insan yaratma niyetiydi bu.
Dünyaya, yeniliklere açık, sorgulayıcı, yaratıcı kuşaklar yaratmak üzere yola çıkmıştı Cumhuriyet.
Öyle olmasaydı, sanat alanında yetenekli gençleri ortaya çıkartıp, evrensel kültürle tanışmalarını sağlamak için yurtdışında eğitilmelerini sağlar mıydı?
Konservatuar, Devlet Tiyatrosu, Opera, Bale gibi kurumların oluşmasına, gelişmesine-hem de, ekonomin en sıkıntılı dönemlerinde- büyük destekler verir miydi?
Bunları, Batı kültürüne hayranlıkla açıklayamayız. Çünkü, eşzamanlı olarak, Anadolu kültürlerinin araştırılmasına, geliştirilmesine destek veriyordu Cumhuriyet. Avrupa’nın önemli bestecilerini konuk edip, halk türkülerinin envanterini çıkartıyor, müziğimizin tek seslilikten çok sesliliğe geçmesi için çaba gösteriyordu.
“Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen Atatürk'ün, sanata verdiği önem, İnönü döneminde de sürdü.
Ama, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, Cumhuriyetin kültür politikasından ciddi tavizler verilmeye başlandı.
Toplumdaki gerici güçlerle, emperyalizmin çıkarları örtüşünce, Köy Enstitüleri kapatıldı.
Yıllar içinde gelip geçen sağ iktidarlar, Cumhuriyetin kamucu kültür-sanat politikasını özel sektörcü bir anlayışla ikame ettiler.
Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi özerk kurumların özerkliklerini budayarak, iktidara bağladılar.
Ancak, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi gibi bazı kurumlara dokunamadılar.
Önümüzdeki yıllarda, bu kurumların da küçültülme, işlevlerinin özel sektöre kaydırılma çabalarının artacağını tahmin etmek falcılık olmaz.
Bu koşullarda, sosyal demokrat yerel yönetimlere büyük sorumluluk düşüyor.
Cumhuriyetin kültürel değerlerine, sanat kurumlarına sahip çıkmak, yeni kurumlar oluşturmak gibi…CHP’nin yönetimde olduğu belediyeler arasında, sanatla popülizmi birbirine karıştırmayan, sanat alanına yatırım yapmanın kamusal bir görev olduğunun bilincinde olanlar var elbette.
Ama, çoğunlukta olduklarını söylemek zor.
Yerel yöneticilerimizin çoğunluğu, milli bayramlarda, kurtuluş günlerinde ‘halk konserleri’, Ramazan etkinlikleri ve sanat kurslarıyla işi idare ettiğini sanıyor.
‘Çok amaçlı’ Kültür Merkezleri açmakla sanata yatırım yaptığını düşünüyor, ama bu merkezleri yönetecek ehliyette sanat yöneticileri arama çabasına girmiyor.
Nasılsa, seçmenin çoğunluğu oy verirken önceliği sanat olmuyor, değil mi?
Cumhuriyeti kuran anlayıştan ne kadar uzaklaştık, farkında mısınız?