William Shakespeare tabi ki bilmiyordu:

O ağdalı İngilizcesiyle Hamlet’i yazarken; oyunun en hüzünlü yerinde, en etkileyici biçimde söylenen “To be or not to be, that is the question” tiradını, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” olarak değil de: “Bir ihtimâl daha var, o da ölmek mi dersin” şeklinde çevireceğini bir Türk çevirmenin…

Bilmiyordu tabi ki; bu şekilde Türkçeye uyarlayacağını, bu toprakların diliyle hayat vereceğini…

‘Bir Türk çevirmen’ mi dedim dostlar? Tabir doğru olabilir ama yetmez. O sadece bir çevirmen değildi ki. Evet, çevirmenlik yaptı para kazanmak için. Babası bakan da olsa; hayatını idâme ettirmek için, radyoculuk da dâhil olmak üzere çeşitli işler de yaptı…

Hem de “bakan çocuğuna torpil yapılıyor” denmesin diye; beş kuruşsuz yurtdışına çıkıp, orada çalıştı…

3 Haziran 1963’de Nâzım ölünce; “Nâzım’ın öldüğü gün çalışılır mı hiç” diyerek, İngiltere’de çalıştığı BBC Radyo’da yayın odasını kilitledi. Ve içmeye başladı. Bıraktı işi. Öyle döndü tekrar yurduna…

Döndü de, çevirmenlik yaptı. Üç paraya, beş paraya. Paraya hiç önem vermedi ki. O’nun hayatının anlamıydı Şiir ve Sevgi…

O bir Türk çevirmen değildi sadece dostlar. Bir radyocu. Bir Şair. O; Türk Şiir'inin santroforu, Can Yücel...

Bazen sivri dilli, bazen küfürbaz. Ama bir o kadar dürüst ve insan, bir o kadar Sevgi dolu...

***

Bugün bir Şair öldü dostlar. 22 yıl önce bugün, 12 Ağustos 1999'da, Datça'da. Öyle böyle bir Şair değil hem. Bugün Can Yücel öldü. Namı diğer, Can Baba...

***

Dedim ya: Bakan çocuğuydu Can Baba. Hem de, Cumhuriyet döneminin en önemli bakanlarından birinin. Hasan Ali Yücel'in...

Bakan çocuğu gibi değildi ama. Hep geçim sıkıntısı çekti hayatında. Türkçe'nin en matrak, en lafını esirgemeyen Şair'iydi...

Şiir'lerinde resmen ayar verirdi. Ağır küfürler ederdi. Özgürlüğünü mısralara dökerdi:

“Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz,

Lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?”

***

Her Şiir'inde; kendi ifadesiyle, nasıl gol atacağının peşindeydi. O, Türk Şiir'inin santrforuydu…

Şair'liğinin yanı sıra; Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca bilirdi...

Çok çeviri yaptı. Çevirileri başına iş açtı. 12 Mart muhtırasında, Mao ve Che çevirileri için içeri attılar.1974'te genel af ile özgür kalabildi...

Şiir'lerinde ve hayatında, hep toplumsal sorunları gündeme getirdi. Çarpık düzene, mutlaka söyleyecek bir sözü vardı…

Edebiyat kadar içkiye de düşkündü. Sünger gibi derler ya, iyi rakı içerdi hani...

“İçim rakı, dışım su..." derdi...

Nasıl rakı içileceğini de şöyle mısralara dökerdi:

"Rakı sofrasında susulmaz arkadaş,

Hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın.

Arınacaksın gururundan, paşa gibi.

'Şerefe ulan' diyeceksin…

Şerefsiz dünyaya inat şerefimize,

Kırar gibi tokuşturup kadehleri,

Gırtlağınla seviştireceksin meyleri...

Gömeceksin kendini şişelerin dibine,

Ölür gibi içeceksin!

Öleceksin arkadaş…

Oturtacaksın karşına geçmişini,

Güle güle küfür edeceksin.

Unutacaksın, unutur gibi içeceksin!...

İçiyorsan rakıyı öve öve,

Söve söve kusacaksın ne varsa içinde..."

Üç çocuğu oldu eşi Güler’den. Kızları Güzel ve Su ile, babasının adını verdiği oğlu Hasan. Kendi nasıl bakıyorsa hayata, çocuklarına da o ilhamı vermeye çalıştı. Çocukları için Aşk'ı diledi, mutluluğu diledi.

“Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!” diye ekledi...

"Bir derin uykudaydım ölümün içinden.

Açtım ki gözlerimi!.

Bir suyun gölgesi gibi.

Kendisi adeta bir suyun.

Ayakucunda sen oturuyorsun!.

Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!..."

Gırtlak kanserine yakalandı. Dostları artık dinlenmesini söyledi...

“Ben şairim, fil değilim.

Azrail'i bir köşeye çekilip bekleyemem.

Meydanlarda ölmeliyim..." dedi...

"Ömür dediğin üç gündür.

Dün geçti, yarın meçhuldür.

O halde ömür dediğin bir gündür...

O da bu gündür..." der gibi aynı…

Biz gördük de göğe erdik ya; milenyumu göremeden, 12 Ağustos 1999’da öldü Can Baba...

Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek yaşadı Usta...

Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek de öldü...

Çok sevdiği Datça'da gömülmek istiyordu...

"Beni kuzum Datça’ya gömün.

Geçin Ankara’yı, İstanbul’u!.

Oralar ağzına kadar dolu.

Alabildiğine pahalı…”

Datça'ya gömdüler...

Bedeni gömüldü sadece, sesi boşlukta kayboldu ama ölmedi. Hem, hiç ölür mü koca Şair’ler? Yaşarlar dizelerinde, Şiir’lerinde…

Saygıyla, Sevgi’yle…