Yazdıklarıyla arasında hemen hiç mesafe olmayan, onlara belki herkesten daha yakın olan adam. Sözcükleri çocukları gibi değil, Mahalle Kahvesi’nden arkadaşları gibi gören adam. (Haydar Ergülen)
O, Sait Faik... 
Öykücülüğün Ustası... 
Bir Efsane...
Cumhuriyet dönemi hikayecisi... 
Dostluğun, insanı sevmenin de!
O, "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyen biri.
"İnsanı insana ancak şiir sevdirir" demiş de!
"Dünyada hiçbir şeyden, zalimlikten iğrendiğim kadar iğrenmedim. İnsanoğlunun en büyük savaşı zalimliğe karşı açılmalıdır" yazan da!..
"-Okumuş yazmış insan öğüt vermez, dedi.
-Ya ne yapar? dedim.
-İnsanı anlar, dedi"
"Alemdağ'da Var Bir Yılan"da...
Adım atmadık dolaşmadık yer bırakmadığı Şehr-i İstanbul'da gördüklerini yaşadıklarını şiir tadında yazandır...

**
Okumak istediği gibi yazan "kalem erbabı" o!
O; deniz, balık, balıkçılar, dalgalar, mavi, martılar, yakamoz.
O; yakaladığı balık pek küçük olunca onu öpen ve tekrar denize atan... Yanındaki balıkçı biraz şaşırarak, "Ne yaptın, hiç balık öpülür mü" diye sorunca da cevabı şu olan: 
"Olsun, bu denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor artık.'' Sait Faik o!...

**
O; kuşlar, yoksullar, sokak çocukları.
O, İstanbul, o Burgazada...
O, "Semaver", o "Şahmerdan, "Lüzumsuz Adam", Son Kuşlar", "Alemdağ'da Var Bir Yılan", "Medar-ı Maişet Motoru", "Bir Takım İnsanlar adıyla", "Kayıp Aranıyor"dur.
Sokaktaki insandan beslenendir o neticede!..

**
"1930’larda başladığı yazı hayatı boyunca sorumlu avare, gözlemci balıkçı, çakırkeyf sirozlu, küfürbaz şair, müflis tacir, züğürt yazar, hamdolsun diyemeyen rantiye, anadan doğma çevreci gibi sıfatlarla anılmıştır.
Emrah Ateş'e göre, "Hikâyelerinde, yaşadığı yerlerin ve insanların izini aradı hep; denizi, emekçileri, çocukları, yoksulları, işsizleri ve balıkçıları, yalnızları yazdı."
Bir not; 1953 yılında ABD'deki Mark Twain Derneği, ona “onur üyeliği” vermistir. Sait Faik’ten önce bu ödül yalnızca Mustafa Kemal Atatürk’e verilmiştir!

**
Onun kadar yazmayı seven kişi az görülmüştür.
Abasıyanık, yazmayla arasındaki ilişkiyi "Haritada Bir Nokta" öyküsünde şu sözlerle aktarmıştır:
"Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında, sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye. Kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım..."

**
"Akşamüstleri Tünel'den Taksim'e doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli ama müthiş kederli-yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzde donup kalmıştır-, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar.
Bu adamın, bu Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki (daha doğrusu her hali) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapayalnız olduğunu söyler.
Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilmez.
Bazı adam vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin okur.
Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık…
Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar.
Bir de bu adama, Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız.
Bu adam hikayeci Sait Faik'tir!"
İşte Yaşar Kemâl, işte Sait Faik!..

**
"Sait Faik bugünkü hikayecilerimizin en özlüsü, en ustası,  en büyüğü. 
Onda var mı istedikleri gerçekçilik? 
Bir adam Burgaz adasında oturmuş, düşleri, anıları karışıyor birbirine.
Çocukluk, gençlik, yaşlılık yılları karışıyor birbirine, 'birtakım insanlar' var hikayelerinde, onlar da karışıyor birbirine, öyle yerler oluyor, anlatılan 
kişilerle anlatan kişiyi seçemiyorsunuz birbirinden. 
Sait Faik bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için (...)
Az bulunur onun kadar öznelci yazar. 
Bir doğru var onda: kendi doğrusu, kendi içinin doğrusu."
Nurullah Ataç (Sait Faik'in Ardından)

**
"İnsandan beslenendir" dedik Sait Faik'e...
Hikâyelerinde, yaşadığı yerlerin ve insanların izini aramıştır hep; denizi, emekçileri, çocukları, yoksulları, işsizleri ve balıkçıları, yalnızları yazmıştır.
Hemen bir Oktay Akbal anısı alıntılayalım; 
“Sait Faik, ‘Şu kahveyi anlatmak istersen söze nereden başlarsın?’ dedi, ‘İlk gözüne çarpanlar nedir?’ Sınav sorusu gibi bir şeydi. 
Birden şaşırdım; kahvenin duvarına asılmış İran Şahı ile Atatürk’ü gösteren renkli resimlere gözüm takıldı. 
‘Bu resimlerle başlarım, sonra kahvenin içindekileri anlatırım,’ dedim. 
Sait kızdı, ‘Öykü duvarda değil, orada oturan ihtiyar adamda,’ dedi.”

**
O, "Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yol­lar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gök yüzünde, güz mevsiminde artık esmer le­keler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuş­ları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi!" diyen "Burgazadalı Yazar"dır!
O, Reşat Nuri Güntekin için; "Hangi tarafından bakarsanız bakın, bugünkü edebiyatımızın en değerli, en orijinal çehrelerinden biriydi. Bütün genç, orta yaşlı ve yaşlı nesillerin; ileri aydınlarla beraber orta halli okur yazarların, bizde pek az görülmüş bir ittifak ile sevip saydıkları bir insandı."
Yakın dostlarından Orhan Kemâl'in onu tanımlayan sözleri; "Sait, gizli kapaklı tarafı kalmamış, herkesçe bilinen bir insandı. İnsandı da değil, insandır.
O ölmedi ki… İnanmazsanız, kitaplarından herhangi birini rastgele açın. Eminim onun çarpan kalbinin sesini duyacaksınız!"
"Büyük Şair" Nâzım Hikmet, Budapeşte Radyosu'nda görüşlerini, ona "övgüyle" aktarır; "Ben Sait Faik’i çok severim. Bizim büyük hikayecilerimizden biridir. Büyük hikayeci, büyük şair. Bazen bedbin, bazen ümitsizliğe kapılır fakat çok namuslu insan ve memleketini çok seven insan. Ve belki de bedbinliği ve ümitsizliği bir çıkar yol görememesinden geliyor. Halbuki çıkar yol var tabii. Velhasıl büyük bir hikayeci büyük bir şair."

**
Özdemir Asaf'ın Sait Faik'in müthiş  alınganlığıyla ilgili anısına da yer verelim;
"Hürriyet gazetesine öyküler yazıyor, röportajlar yapıyordu. (Daha önce 7 Gün’de yazmışlığı vardı. “Medâr-ı Maişet Motoru” ilkin Sedat Simavi’nin 7 Gün’ünde yayınlamıştı.) Biriken birkaç yazının paralarını almaya gitmiş. Bakmış ki öykülerine beşer lira biçmişler, röportajlarına onar lira.
Hışımla Sedat Simavi Bey’e çıkmış, durumu anlatmış: “Galiba muhasebede bir yanlışlık oldu efendim. Hikâyelerime on lira, röportajlarıma beş lira çıkartılacakken ters hesap yapılmış” demiş. Sedat Bey’in cevabını hayretler içinde anlattı: 'Sait Bey', demiş Sedat Simavi. 'Yanlışlık değil. Hikâye yazmanız için bir külfete, bir masrafa gereksinmeniz yok. Bir kâğıt bir kalem kâfi. Ama röportaj yapmak için, bir yerlere gidiyorsunuz, ne bileyim, vapura, trene falan biniyorsunuz. Yol parası veriyorsunuz, icabında beklemek gerekiyor, bir kahveye falan oturup çay-kahve içiyor, masraf ediyorsunuz.' Sait aklına o güne kadar hiç gelmemiş olan bu düşünce biçimine şaşırmış kalmıştı. Öykülerine bu karşılaştırma ağırına gitmişti. Sanıyorum bundan sonra o işe devam etmedi.”


Bugün Sait Faik'in 66.ölüm yıldönümü. 
Onu;
Fazıl Hüsnü Dağlarca 'nın ithafı "Ağıt" ile analım;

Ölmüş Sait
Deniz mavisinden erken
Bunca sevgiden sonra
annesini öperken.
 **
Ölmüş, eli ayağı uzak
Camların üstü buğu.
Ölmüş, çocuklar izin vermeden
Yüzünde sarışın çocukluğu
 **
Yıldızlar gitmez, gün doğmaz,
Ölmüş, korkunç uykusu yerde,
Ölmüş hayal meyal
Üşür balıklar hikayelerde
 **
Ölmüş.
Ağaç bir, gölgesi iki.
Ama neden ölmüş,
Ölmek yaşamaktan iyi mi ki.
(Kaynakça: Sait Faik'in Yalnızlığı-Arka Kapak Dergisi, Sait Faik Müzesi, Fikir Cephesi)