Türkiye’de çok ciddiye alınması gereken bir konu var: Hayvan katliamları. Doğusundan batısına her şehirde benzer olaylar neredeyse her gün yaşanıyor. Sokak hayvanları zehirlenerek, ezilerek, dövülerek, ateş edilerek öldürülüyor. Bu suçları işleyenlerin büyük bir kısmı bulunamıyor. Bulunsa bile yeterli delil olmadığı için suçlanamıyor. Suçlansa bile yasalarımız hayvanları bir mal olarak kabul ettiği için para cezası ile işin içinden sıyrılıyor.
Son olarak Ankara’da üst üste yaşanan hayvan katliamları bu işin ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu. Önce, Altındağ ve Yenimahalle ilçelerinde onlarca köpeğin cansız bedeni bulundu. Birkaç gün sonra ise hayvanseverler Gölbaşı'nda üzerlerine moloz ve hafriyat dökülmüş halde 20 kadar köpeğin cesedini ortaya çıkarttı.
Kanımızı donduran, “Biz nasıl insanlarla bir arada yaşıyoruz” dedirten olaylar bunlar. Ve maalesef Ankara, hayvan vahşetinin ne ilk, ne de son örneği olacak.
Köpekleri belki bir kişi veya farklı farklı kişiler öldürüp aynı noktalara atmış olabilir. Ben sadece bu olaya değil; hayvanlara karşı işlenen suçlarla ilgili daha genel bir konuya dikkat çekmek istiyorum.
***
Hayvanlara ve çocuklara karşı suç işleyen kişilerle ilgili yapılan birçok araştırma var. Seri katil denilince akla gelen ilk ülke olan Amerika, özellikle bu konudaki araştırmaların merkezi haline gelmiş durumda.
“Psikopat” tabir edilen kişilerin işlediği korkunç suçlar Amerika’nın geçmişten bugüne uğraştığı büyük bir sorun. Bu sorunu anlamak üzere binlerce araştırma, inceleme yapılmış; kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış. Hatta suçluların düşünce yapılarını çözebilmek ve şiddet tutkusunu anlayabilmek için FBI içinde özel Davranış Birimleri bile kurulmuş.
Yapılan araştırmaların en çarpıcı ortak özelliklerinden biri katillerin, tecavüzcülerin, işkencecilerin genellikle sahipli veya sahipsiz hayvanlar üzerinde ilk şiddet eylemlerini yapıyor olmaları. FBI’ın da gerçekleştirdiği son araştırma, seri katillerin, okul tetikçilerinin ve toplu katliam yapanların çoğunun hayvanlara çocukken işkence yaptığını gösteriyor.
***
Yani özetle; hayvanları öldüren, işkence eden kişilerin bu davranışlarının ardında çok daha büyük bir kötülük potansiyeli yatıyor.
İşte bu yüzden hayvana şiddet ve hayvan katliamlarının ülkemizde ağır suç kapsamında değerlendirilmesi önemlidir. Sadece hayvanları korumak için değil, insanları korumak, toplumu korumak için de yapılması gereken bir zorunluluktur.
Ama yeni yasa taslağında hala 6 aydan başlayan cezalardan bahsediliyor. 2 yılın altında verilecek cezanın, suçu işleyen kişi açısından gerçek bir yaptırım olmayacağı ortada. Hem hayvanları hem toplumu koruyacak etkili adımların atılması için neden bu kadar tereddütte kalınıyor, anlamak mümkün değil!
***
Gürültümüz hayvanları da bozdu!
Biz modern dünya insanları, farkında olmasak da aşırı gürültü yapan canlılarız. Arabalarımız, evlerimizde kullandığımız aletler (televizyon, çamaşır makinesi, mikser vb.), fabrikalarımız, tesislerimiz, bitmeyen inşaatlarımız, partilerimiz, düğünlerimiz, konserlerimiz, havai fişekli yüksek müzikli bayram kutlamalarımız; ya da birbirimizle olumlu ya da olumsuz iletişim kurarken kullandığımız ses tonumuz... Kısacası her şeyimiz gürültülü!
Geçtiğimiz hafta Guardian Gazetesi’ndeki bir habere denk geldim. Yapılan yeni bir bilimsel araştırmaya göre insan gürültüsü hayvan davranışlarını da etkiliyormuş. Örneğin trafik gürültüsü kuşların yiyecek arama alışkanlıklarını değiştirmiş, Ağustos böceklerinin çiftleşme ritüellerini etkilemiş!
Konuyla ilgili iki farklı araştırma gerçekleştirilmiş. İlki ABD’deki Pacific Üniversitesi bilim insanlarından gelmiş. Araştırmacılar, Proceedings of the Royal Society B dergisinde, araştırmanın detaylarını kaleme almışlar.
Nüfus artışının bir sonucu
Araştırma şöyle diyor; insanlar çoğaldıkça nüfus artışının bir sonucu olarak doğal yaşam alanlarına daha derinlemesine nüfuz ettiler. Yarattığımız çevresel gürültü kirliliği nedeniyle de hayvanların duyma, iletişim kurma gibi yeteneklerini de değişmeye zorladık; bazı önemli alışkanlıklarını ise engelledik.
Avustralya’ya özgü küçük ötücü kuşlar üzerinde yapılan testler, özellikle trafik gürültüsünün kuşların yiyecek bulma yeteneklerini olumsuz etkilediğini göstermiş. Gürültünün olumsuz etkilemediği tek yetenekleri ise renk ilişkilendirme olmuş. Çalışmanın yazarı, Pacific Üniversitesi'nden yardımcı doçent Christopher Templeton, "Bu kadar güçlü bir etki göreceğimizden gerçekten emin değildik. Çünkü incelediğimiz kuşlar, büyük kolonilerde yaşarlar ve kendi aralarında gürültülü iletişim kurarlar. Bu yüzden, arabaların sadece basit bir şekilde geçip gitmesinin bile onların yiyecek bulma testlerini başarıyla gerçekleştirmekten alıkoymaya yettiğini görmek, şaşırtıcı" diyor.
Özeti şu; arabaların geçip giderken çıkardığı ses bile kuşların yeteneklerini körelterek ortamdaki yiyecekleri fark etmemesine yol açıyor.
İkinci araştırma Behavioral Ecology Dergisi’nde yayınlanmış ve Ağustos böcekleri ile ilgili. Cambridge Üniversitesi'nden araştırmacı Dr. Adam Bent’in anlattığı şu; erkek cırcır böcekleri dişiyi cezbetmek için kanatlarını birbirine sürterek bir kur şarkısı söyler. Dişi ise bu şarkının ne yükseklikte söylendiğine bakar çünkü bu, erkeğin hastalıklara karşı güçlü bir bağışıklık sistemi olup olmadığı hakkında fikir verir. Dolayısıyla da dişi yüksek tonda kur şarkısı söyleyen cırcır böceğini tercih eder ki gelecek nesiller de sağlıklı olsun.
Yapılan araştırma göstermiş ki trafik gürültüsü başta olmak üzere insanların yarattığı gürültü kirliliği sonucunda dişiler artık erkek Ağustos böceğinin ses kalitesini ayırt edemiyor. Yani; erkek sağlıklı mı değil mi anlayamıyor. Çünkü ortam o derece gürültülü!
Dr. Adam Bent, eş seçimlerinin türlerin evrimini değiştirdiğini ve bunun da farklı sonuçları olabileceğini söylemiş.
Diyeceksiniz ki “bize ne, cırcır böceğinin sağlıklı nesillerinden!” Ama aslında cırcır böceğinin de bu dünyada önemli bir görevi olduğunu unutmamak lazım. Kuşundan böceğine kadar her canlı dünyanın doğal dengesinin korunması ve türlerin devamlılığı için önemli bir rol oynar.
Yani biraz sesimizi kıssak mı, diyorum.
***
Av turizmi yaban hayatını tehdit ediyor
İki gün önce Dünya Yaban Hayatı Günü kutlandı. Yani daha doğrusu kutlandı demeyelim de, bu gün vesilesiyle dünyada yaban hayatının durumu hakkında farkındalık yaratılmaya çalışıldı diyelim.
Türkiye’de de 234 sivil toplum kuruluşu 3 Mart Dünya Yaban Hayatı Günü’nde, ortak bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada Türkiye’de yaban hayatının korunması adına verilen mücadele ve alınan sonuçlar hakkında bilgi verildi. Ayrıca “yaban hayatını birlikte koruyabiliriz” vurgusu yapıldı.
Tabii konu yaban hayatını korumak olunca STK’ların en önemli gündem maddesini de avcılık oluşturdu. Açıklamadan önemli başlıklar şöyle:
Mahkeme kararıyla bazı Av İhaleleri durduruldu
Bu sevindirici gelişmelerden bir tanesi. STK’ların girişim ve itirazları sonuç verdi ve Türkiye’nin birçok farklı ilinde kızıl geyik, dağ keçisi, ceylan gibi yaban hayvanlarının avlanması için açılan av ihaleleri, doğa severlerin ve ilgili kurumların açtığı davalar sonucunda durduruldu.
Pandemi maalesef avcılığı durduramadı
Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi avcılığa dur diyemedi. STK’lar ortak açıklamada en azından pandemi döneminde yaban hayvan avının durdurulması için bir kez daha çağrı yaptı.
Nesli tehlike altında olanlardan uzak durun
Türkiye’de av sezonunda hangi türlerden kaç tanesinin öldürülebileceği Merkez Av Komisyonu’nca belirleniyor. Ancak her sezon bu türler arasına nesli tehlike altında olan yaban hayvanları da dahil ediliyor. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin (IUCN) kırmızı listesinde dünya ölçeğinde tehlike altında olan üveyik ve elmabaş patka kuş türleri de ülkemizde av izni verilen türler arasında.
798 canlı için savaş verildi
Av turizmi adı altında geçtiğimiz yıl, 798 canlının yaşam hakkı, para karşılığında ihaleye açıldı. Mahkeme kararı ile durdurulan ihaleler sayesinde bu avların büyük çoğunluğu gerçekleştirilmedi.
Geleceğin sigortası
STK’lar adına açıklama yapan Türkiye’nin ilk yaban hayatı uzmanlarından Tansu Gürpınar: " Hiçbir yaban hayvanının yaşama hakkı ihale yoluyla para karşılığında satılmamalı. Yaban hayvanları sağlıklı bir çevrenin sigortasıdır. Bu nedenle onları gözümüz gibi korumalı, yaşama şartlarını iyileştirmek için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz."
İmza çağrısı
STK’lar av turizminin durdurulması için, Dünya Yaban Hayatı Günü’nde doğaseverleri change.org/vurmabeni adresi üzerinden başlattıkları kampanyaya dahil olmaya çağırdı.
***
Leylekler baharı müjdeleyerek geldi
Baharın müjdeleyicisi olarak bilinen leylekler, sonunda yüzlerini Selçuk’ta gösterdi. Leyleklerin kent sembolü olduğu Selçuk önemli bir görev üstleniyor aslında. Efes Selçuk, leyleklerin göç yolları üzerinde bulunuyor. Aynı zamanda da sulak ve bataklık alanları ve kent genelinde gürültü kirliliğinin az oluşu nedeniyle de leyleklerin vazgeçilmez beslenme ve barınma durağı. Bu anlamda leylek neslinin devamlılığı açısından Efes Selçuk’un doğal alanlarının ve sakin yapısının korunması gerekiyor.
Selçuk Belediyesi de leyleklerin kentteki varlığı için koruma çalışmalarını sürdürüyor. Leylek yuvalarının bakımını her yıl gerçekleştiren Efes Selçuk Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü, bu yıl da çalışmalarına devam edecek. Leylek yuvalarının bakımı kapsamında, leyleklerin getirdiği naylon, ip vb. çöplerin temizliği yapılarak özellikle yavru leyleklerin bu materyallerden zarar görmesinin önüne geçiliyor.