2000’li yılların başıydı. İzmir’de etkinlik gösteren “Hümanist Düşünce Derneği”, beni bir söyleşi yapmaya çağırmıştı. Ben de korumacılık açısından Buca’nın sorunlarını dile getirmeyi seçmiştim. O konuşmanın kimi bölümlerini aktarmayı düşündüm burada. Ama önce İzmir’in bu şirin ilçesine duyduğum ilgi üstüne kısa bir açıklama yapmak istiyorum:
1992 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’ne geçiş olanaklarını araştırırken, yaşamımın kalan bölümünü İzmir’de, beğeni ölçüme uygun bir semt ve orada sevebileceğim bir konut aradım. Bir dostum beni günlerce bütün kenti dolaştırdı. En sıradanından en görkemlisine sayısız apartman dairelerine baktık, ama değişik açılardan hiçbiri içime sinmedi. Buca’da yaşayan bir üniversite öğretim elemanı arkadaşımın oraya yönelik övgüleri beni çok etkilemişti.
Derken, genişçe bahçesi olan yıkık dökük, küçük bir ev bulduk. Hiç beklemeden, Buca Belediyesi’ne başvurarak, o evi yıktırıp yerine yenisini yaptırıp yaptıramayacağımı sordum. Anıtlar Kurulu onayıyla, sit ortamına uygun, iki katı geçmeyen bir ev yaptırabileceğimi öğrendim. Daha ne isterdim! Tam da düşlediğim bir şeydi bu.
Projesini Kurul’a onaylatarak evi, bir yıldan daha az bir sürede yaptırdım. Yaşamsal zorunluluk ya da görev gereği zaman zaman uzaklaşsak da, yirmi beş yıldır eşimle birlikte orada yaşıyoruz. Yaşlanmanın getirdiği güçlüklere göğüs gererek…
Bana Buca ortamını sevdiren, o konuda beni bilinçlendiren etkenlerden biri de Feyyaz Erpi’nin “Buca’da Konut Mimarisi” adlı eşsiz yapıtı oldu.
O sıralar CHP’li Ertan Erdek’in Belediye Başkanlığı sona ermiş, yerine Ecevit’in DSP’sinden Cemil Şeboy seçilmişti. Buca’ya hangi koşullarda yerleştiğimi özetleyen kısa bir mektupla kendisini kutladım. O da hemen, adamları aracılığıyla, elden bir teşekkür yanıtı iletti. Kendisiyle tek olumlu ilişkimiz bu oldu! Sanırım beğeni ölçümüz birbirine uymuyordu. Ama önemli bir kitlenin hoşuna gidecek değerler ürettiğini de teslim etmeliyim.
Çok geçmeden gördüm ki, Buca’da bakımsızlık, kirlilik, gürültü, aykırı yapılaşma, vb. gibi olumsuzluklar bizi epeyce tedirgin ediyordu. Tek başıma, yetkili kişi ve kurumları ziyaret ederek, onlarla yazışarak, basın organlarında haberler yayımlatarak, katıldığım açık oturumlarda aynı şeyleri dile getirerek, vb. birkaç yıl cebelleşip durdum.
Ne var ki umursamazlık yanında, sitemler ve tehditler artmaya başlayınca (çünkü çevremizde birçokları imar izni bekliyordu), bu girişimi kurumlaştırmak için dernek kurmayı düşündüm. Birkaç mimar arkadaşımın da yüreklendirmesiyle, gerekli işlemleri ve tüzüğü becerebildiğim kadarıyla sonuçlandırdım ve kısa adı İZBUDER olan İZMİR-BUCA'YI KORUMA DERNEĞİ’ini kurdum. En büyük güçlük, yeterince gönüllü üye sayısına ulaşmaktaydı. Baştan söz verenlerin çoğu mırın kırın ederek uzaklaşıyordu. Yerimiz yoktu. Bir arkadaşımın evinin bodrum katındaki izbe bir köşeyi adres gösterdik. Üç beş kuruşluk ödentisini vermeye yanaşmayan kelli felli arkadaşlarımızın tutumu çok umut kırıcıydı (Arkası haftaya)…
Ama önce bir teşekkür borcumu yerine getireyim: Cumhuriyet Gazetesi'nin Ege Sorumlusu sevgili Serdar Kızık dostum, bu girişimimle yakından ilgilendi, Buca’yı birçok kez haberleştirdi, sık sık derneğin etkinliklerini duyurdu, yerinde incelemeler yaptırdı, vb. O, seçkin gazeteci yeteneği ve yazarlığı yanında, aydınlanma sorunlarını çok önemseyen gerçek bir “İzmir aydını” olarak çevresinde nice Atatürkçüleri buluşturdu.
Kendi adıma ona binlerce teşekkürler. Bu etkinliklerini kaldığı yerden bir biçimde sürdürmesi dileğiyle…