Biraz geç oldu ama sosyal medya şeytanlarını ciddiye almayı bıraktım artık.
Herkese de tavsiye ederim.
Amatörlük zamanımda ne etkilenir ne sinirlenirdim.
Ciddiye alıyordum o içi irinli insanların yazdıklarını.
Şimdi yarım yamalak okuyorum, bakıyorum nefret kusuyor hemen blokluyorum oluyor bitiyor.
O hasta ruhlu insanlar genelde ya ünlülerin fan kulüp üyeleri oluyor ya da cehaletleri ve şiddete olan düşkünlükleriyle bilinen siyasi parti yandaşları.
Takım tutar gibi tuttukları insanlara en ufak bir eleştiriye tahammül edemeyip başlıyorlar köpükler saçmaya...
O sevdikleri ve delicesine savundukları kişi de sorsan, neden sevdiğini doğru düzgün anlatamaz.
Tıpkı referandumda neden EVET diyeceğini bir türlü açıklayamayan, bu referandumun neden yapıldığından bile bihaber ve bunu "Recep Tayyip Erdoğan'ı seviyor musun sevmiyor musun?" sorusuna yanıt verilecek bir seçim zannedenler gibi.

***

O insanlar, deli değneğine tutunur gibi, bir oyuncuya, bir şarkıcıya, bir siyasetçiye, bir partiye, bir takıma hatta bir diziye tutunuyorlar ve hayatlarının merkezine onu alıyorlar.
Tek güçlü hissettikleri yer klavye başı.
Normal yaşamlarında ezilen, horlanan, ciddiye alınmayan, yok sayılan taraf olduğuna inanırken, akıllı telefon ekranın arkasında gizlenip sağa sola hakaretler, küfürler yağdırıyor ve o sırada kendini dünyanın hakimi gibi hissediyor.

***

Bu tuzağa düşmemek, öfkeyi kontrol etmek gerek ama işte insanız, çatlama noktamız var. Sanal ortamda övgüleri çok ciddiye almak da hakaretlere sinirlenmek de beyhude enerji kaybı.
En güzeli içine dönmek, işini iyi yaptığından emin olup, bildiğin yolda dosdoğru yürümek. Gerisi lafügüzaf!
Özellikle şu dönem gerek yazılı-görsel gerekse sosyal medya tuzaklarla dolu. Hürriyet'in iki üç gün önce çıkan ve her tarafından provokasyon akan "Karargah Rahatsız" manşeti gibi mesela.
Referanduma kadar ülke karışsın, insanların sinir katsayısı yükselsin, tahammül eşiği gıdıklansın diye özellikle uğraşan bir güruh var.
Asparagas haberler, evetçi görünen hayırcılar hayırcı gibi görünen evetçiler... Çarşı pazar karışmış durumda.
Herkes dikkatli olsun. Öyle ince bir halat üzerinde köprü geçmeye çalışıyoruz ki, tek çözüm aklı selim, sağduyulu insanların biririne sımsıkı tutunup uçuruma düşmemek için destek olması.
Aman yavaş, sakin.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Zorlama hayatlar

Bazı yaşam koçlarını, yoga-pilates hocalarını, diyetisyenleri, estetisyenleri, estetik cerrahları vs. takip etmeyi seviyorum.
Hem olanı, biteni, yenilikleri öğrenmek hem de günlük motivasyon için.
Ama bu isimlerden bazıları işi abartınca benim tadım kaçıyor ve takibi bırakıyorum.
Bir insan 365 gün 24 saat kendini mutlu, dinamik, enerjik, pozitif hissedemez ki!
Ama kendi yöntemlerini uygulayınca böyle olunabileceğini savunanlar bu zorlama çabalarıyla bana hiç inandırıcı gelmiyorlar.
O isimden de, önerilerinden de hemen uzaklaşıyorum. Çünkü samimi bulmuyorum.
Bir bakıyorsun abla 7x24 spor yapıyor, gülüyor, coşuyor, hopluyor, zıplıyor... Sürekli manik halinde bir hasta gibi.
Yahu ben bunun nesine inanayım?
Oysa samimi olsa, arada “Bugün de böyle” deyip melankolisini paylaşsa... Sonra tekrar ‘hayata döndüğünde’ ve formülü verdiğinde çok daha inandırıcı olacak.
Bir insan sabah gözümü açar açmaz soluğu pilates topunun üzerinde alabilir mi?
Alırsa bunda bir sakatlık yok mudur?
Ya da canı hep mi brokoli suyu, kuşkonmaz haşlaması ister?
Hiç mi tereyağlı İskender'e kaymaz o gönül?
Android değilsen arada ipin ucunu kaçırırsın. İşte samimiyetinden şüphe edilmemesi için arada bunu da paylaşmalısın.
“Pazar sadeliği” deyip full makyaj, ışıldaklı hallerini koyma mesela ki seni takip eden paylaştıklarını içselleştirebilsin...
Bu da benim bütün “çok bilenlere” naçizane önerim.