“Berin Taşan bay mıdır, bayan mıdır bilmiyorum ama, günün birinde bize çok güzel şiirler verirse şaşmam.”
(Nurullah Ataç, Ulus, 15.07.1946)
“Biliyorsun ben aşk için geldim
Biliyorsun, ne dediysem çıktı
Sarıl, kır kemiklerimi yine kaynar.”
(B.Taşan)
“Karadeniz'in üç limanı vardır: Temmuz, Ağustos, Sinop.”
Sinop'tayız.
Kıstaktan sarkıverince, sağda yıkılası Sinope Kalesi, solda yapı ve liman kırıntıları.
Osmanlı'dan kalma bir hapis yöntemi var: “Kalabentlik.” Mahkum, gündüzleyin kale içinde serbest dolaşıyor, akşamları resmi bir makama imza veriyor. Zekeriya Sertel'den Hüseyin Cahit Yalçın'a, Sabahattin Ali'ye, nice aydınlarımız bu cezayı, Sinop ve Bodrum gibi, günümüze kalesi kalabilmiş şehirlerde çektiler.
Sinop Kale (hapisane)sinin karşısındaki bir pastaneye varıp; bir kutu kuru pasta rica ediyoruz.
Görmüş geçirmiş tezgahtar:
-Yabancısınız galiba, dedikten sonra ekliyor; “Mahkum ziyareti mi?”
Asıl amacımız T.C. Sinop İnfaz Savcısı Şair Berin Taşan'ı görmekti ama “içeride” bir tanıdık da olduğu için;
-Öyle sayılır, diyorum.
Adam, kutuyu sarmaktan vazgeçip, uzattığım parayı geri uzatarak;
-Cezaevine pasta götürülmez; yandaki marketten sigara, çay, şeker gibi bir şeyler alın...
İçerideki “tanıdık”, cinayetten idama hüküm giymişti. Köyde herkes onun katil olduğuna inandığı halde o, bana yazdığı mektupta: “Burada elim kolum bağlı olmasa, gerçek katili yakalayıp, adaletin kahredici pençesine teslim ederdim” diyordu.
Berin ağabeyle karşılaşır karşılaşmaz bunu sordum:
-Katillerin genel tutumudur, yalan söylediklerini bile bile, kendilerini böyle teselli ederler...
Ders üstüne ders alıyordum. Konuyu değiştirmek için, Şair Ağabeyin bu yazının başına koyduğum üç dizesini mırıldandım. Berin Ağabey:
-Birçok şiirimi ezbere bildiğini biliyorum ama, bunu okumanın nedeni?
-Haberin yok mu, dedim. “İstanbul'da intihar eden bir genç kızın üzerinde kimlik değil, yürek cebinde senin bu üç dizen çıktı.”
Berin Ağabey, gözlerini pencereden dışarı çevirirken, göz pınarlarını sildi. Odadan birlikte çıktık. Birkaç basamaklı merdivenden avluya indik. Ortada kuru mu, yaş mı belirsiz bir ağaç. Kare planlı avluyu çevreleyen, surları aratmayan duvarlarda “kör” pencereler. Sabahattin Ali, bu hücrelerden hangisinden seslenmişti:
“Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma.”
Hemen, Bodrum'da kalabent olan Balıkçı Baba'nın bir haykırışı çınlıyor kulaklarımda:
“Hayat ölümden geniştir!
Hayat ölümü içerir,
Ölüm hayatı içeremez!”
Sinop Kalesi'nde ayak bastığımız avlunun bir köşesinde odun kırıklarından, tahta parçalarından kotarılmış sahnede bir takım adamlar kıpraşıyor. Şaşkınlığımı gören Berin Ağabey açıklıyor:
-Mahkumlar, kendileri için benim yazdığım “İçeridekiler” adlı oyunu prova ediyorlar...
Nasıl hatırlamazsın, T.C. Savcısı Berin Taşan'ın, cezaevine soktuğu tiyatro aydınlığını. “Yukarıdakiler” hoş bakmasa da, yurt içinde ve dışında ilgi görmüştü bu kültürel sorumluluk projesi. Bir gün, bir telgraf almıştı Şair Savcı Berin Taşan. Şunlar yazılıydı telgrafta:
“İçerideki Adam'ı görmek için Sinop'a geliyorum.”
Teli çeken, Mevlana hayranı İtalyan Türkolog Prof. Dr. Anna Masala.
Nice aydının hayatını karartan, yıkılası kalenin hücrelerini, iç sıkan tünellerini, çıkılmaz burçlarını görüp, Savcı odasına dönüyoruz.
Havayı yumuşatmak için, halk ozanlarının atışması gibi, Berin Taşan şiirleri alış-verişinde bulunuyoruz:
***
“Bir baksan gözlerime
Dağda yakılmış ateşler göreceksin
Aç kapıyı kim geldi bak
Bak nasıl havalandı güvercin
Açmam diyemezsin artık
Aç!”
***
“Ben şairsem, parasızsam, bu şiiri yazmışsam
Elimdeki avucumdaki senin
Atın gideceği bir ince yoldur
Güvercin besler, gül satar
Yine sana bakarım.”
***
“Bu karın, rüzgarın arasındaki nisan
Meral'in sokağından mı geliyor?”
***
“Her gün yeni bir gezegen yapıp atıyorum
Gözlerine ne zaman varıp dönecek bilmiyorum.”
**
“İçine kapanmış koca ülke
İnce bir yorgan altında tir tir titriyor
Lambası kısık
Kapısı aralık
MUSTAFA KEMAL GELECEK DİYE!”
***
Hep söylerim: “Ya yarına kalacak kitap yaz ya da kitabı yazılacak iş(ler) yap!”
“Tövbe ya Rabbi hata rahına (yoluna gittiklerime / bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime” beytinin sahibi Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi'nin 16. göbekten torunu Berin Taşan, bu ikisini başarabilmiş nadir insanlardan biri.
İşte kitapları; martı kanatları gibi açık; işte Karşıyaka Adliyesi bitişiğindeki “Hukukçu Şair Berin Taşan Sokağı.”
Bu sokakta şimdilerde çocuklar oynaşıyor, yanındaki ağaçlarda kuşlar cıvıldaşıyor.
“... Berin Taşan sesini İzmir'den, Şiran'dan, Merzifon'dan, Beyazıt Alanı ve Sinop Kalesi'nden geçirerek ağıtla yakıp, çakmak taşı ile bilenmiş bir dağ yeli gibi yaratarak, kendisi olmayı bildi.” (Ceyhan Atuf Kansu)
Merhaba!