O kahrolası, ülkenin genlerini bozan “12 Eylül darbesinin” yarattığı bir gün olmasına rağmen, 24 Kasım 1928’in, Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini” kabul ettiği gerçeğini daha çok önemsiyorum.

1981’de cuntacılar “öğretmenler günü” buyurmuşlar ama, sadece 1981’den bu yana öğretmenlerimizin hallerine bakacak olursak, açıkça eğitimin de öğretimin de tam gaz geri gittiğini ve bugün tam bir muamma olduğunu iddia edebilirim.

Ben 1973-74 döneminde adım attım okul hayatıma. Aralıksız da 1991’e kadar devam etti. İlk öğretmenim gerçek bir Cumhuriyet hanımefendisiydi, yaşıyor mu bilmiyorum ama yüzünü de sesini de unutamam. Ceyhun Dumanlı öğretmenim benim “ikinci annem” olmuştu. Ayakkabı bağcığını bağlamayı ondan öğrenmiştim örneğin. Sokaktan turşu almamayı da. Hatta öğretmenim, biz sağlıklı beslenelim diye sınıfta “turşu kurdurmuştu”. Mini mini bizler, turşu yapmayı ilk ondan öğrenmiştik. Ağaçları sevmeyi, toprağa, vatana, bayrağa ve Atatürk’e sadakati ondan öğrendik. Çimentepe’de Fatih Mehmet İlkokulu’ydu ilk eğitim öğretim mabedim benim. Sonra Topaltı yıllarım… Müdürümüz “Atatürk gibi” bir adamdı, kaşları çok benzerdi ve biz korkuyla saygıyı karışık hislerle duyardık ona. Saadettin Kılıç öğretmenimse ilk izciliğe adım attırmıştı. “Yavru Kurt” olmuştum. Sonra Şehit Fethibey orta ve lise yıllarım. Tüm öğretmenlerimi saygıyla hatırlarım hep. Ayşe Uysal vardı mesela, ilk kez onunla “sosyal ve ulusal” meseleleri tartışmıştık. Türkiye’nin bir “Ermeni Meselesi” olduğunu ondan öğrenmiştim. Mesela Aynur Atlıhan vardı hem sınıf öğretmenimiz hem matematik. Ne şakalar yapardık o güzel yürekli öğretmenimize. Defterine lastik yılan koymuştuk, korkudan “sizi disipline vereceğim” dedi ama, sevgisi ağır basmıştı. Fevzi Kofoğlu vardı müzik öğretmenim. Tokat yediğim öğretmenim. Ama nasıl severdi, nasıl korurdu öğrencilerini. Beden Eğitim Öğretmenim Hakan Gürlek de özeldi. Hiç sevmezdim beden dersini ben. Zorla gülleci, sırıkçı yapmaya kalkmıştı beni. Kaçtım tabii. Ama bir öğretmenin, öğrencileriyle nasıl arkadaş olabileceğinin kanıtıydı “Hakan hocam”. Muhafazakardı Mehmet Karaçelik hocam mesela. Edebiyat öğretmenimdi. Ama “barika-i hakikatın, müsademe-i efkardan doğduğunu” ben ondan öğrendim. Yani gerçeğin ışığı, fikirlerin tartışılmasından doğar.

Benim öğretmenlerim çok para almazdı, bir kısmı ikinci işle geçindirirdi yuvasını. Hepsinin de dünyaya dair düşünceleri vardı. Sağcı öğretmenim de oldu benim solcu öğretmenim de. Ama onlar derslerinde asla “sığ siyasete” izin vermezdi. “Önce bilgi” derlerdi. Okumaya, kitaba, araştırmaya, tartışmaya yönlendirirlerdi. Musa Ay diye Din Bilgisi öğretmenim vardı. “Din ve ahlak birdir” derdi. “Ahlaksız dindarlık şeytanlıktır” derdi. Biz inançsız yetişmedik. Biz hem tarihimizin tümüne hem de Atatürk’e bağlı yetiştik. Biz İslam’ı “Suudi” kafasıyla değil, Anadolu erenlerinin nefesinden öğrendik.

Ya şimdi?

Cevabı bende bulamazsınız…

24 Kasım Öğretmenler Günü için de “kutlu olsun” ya da “olmasın” diyemem.

Sorabileceğim sadece “öğretmen” kimdir?

***

Korona tedbirlerine inanıyor musunuz?

Ben zerre inanmıyorum!

Rakamlar, bilgilendirmeler, tedbirler…

Pardon bu kadar “vıdı vıdı” ediliyor da neden hala bu bela savılamadı?

Bir yerde ciddi hata var, Buna inanıyorum. Sanki hükümetteki bakanların her biri ayrı dünyada yaşıyor. Bilim Kurulu denen heyet ise en çok sosyal medyada ahkam kesiyor. Yahu konuşacağınıza çalışsanıza efendiler diyen de yok.

Pozitif çıkanlar evde kalıyor, ilaçları ayaklarına gidiyor.

Peki kendinden şüphe edenler? Parası varsa “özelde” insanlık dışı yaklaşımlarla karşılanıyor. Olmayanlar ise, eğer o gün çıkan genelgede sıkıntı yoksa, birkaç saat bekleyerek testi yaptırıyor.

Hasta ve ölüm sayıları artınca yine her gün konuşmaya başladı Sağlık Bakanı. İnanın Bakanın hassasiyetine inanıyorum peki Bakanlık teşkilatları ne kadar “hassas”? İzmir Sağlık Müdürlüğü’nün yaklaşımlarını merak eden var mı?

Peki son tedbirler ne iş?

Camilerde “cemaat namazları” devam, AVM’lerde çalışma devam ama gariban esnafın mekanları “ikinci emre kadar” kapalı! Kıbrıs Şehitleri, Kordon mekanlar kapalı? Neden?

Çünkü sosyal mesafe olmuyor.

Peki Cuma namazlarında “sosyal mesafe” var mı? Yahu maskeler bile “Allahlık” takılıyor kimin umurunda? AVM hamburgercileri de açıkmış, hafta sonu Gaziemir yakınlarındaki o “kazuletten” görüntüler vardı sosyal medyada. Bu “korona” virüsü “tercihlerde mi” bulunuyor acaba? AVM’ye girersen hasta olmazsın, iki tek atmak için mekâna gidersen olursun!

Hayır, hastalık bahanesiyle “birileri” yine “iş çeviriyorsa” söyleyim, IV. Murat’ın başaramadığı bu çağda hiç olmaz!

O önünde “Prof.” yazan “bilim kurulu” üyelerine ben deyivereyim şimdi. Gitsinler önce Bakan Fahrettin Koca’ya, sonra da hep birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ama yanlarına Turizm ve Eğitim Bakanlarını asla almasınlar. Ve Cumhurbaşkanını ikna edip, en az bir ay hepimizi eve kapatsınlar. Nasılsa o “aşı” geliyor, gelince de evde vurulur çıkarız.

Olmaz ama değil mi?

Önce “görgüsüz sermaye” ağaları baş kaldırır. Ardından da Maliye Bakanı.

Bunun da yolu var. Sayın Cumhurbaşkanı da kaldırır elini “Eyyy sermaye, bugüne kadar ne istediniz de vermedik, şimdi sıra sizde bunca yıl biz sizi kolladık şimdi siz de kollayacak, kazandıklarınızı paylaşacaksınız” der ne olur ki? Bazı “müteahhitler” millete küfretse de nasıl olsa “alışkanlık” kazandık değil mi?

Ama ciddi söylüyorum “tam izolasyon” olmadan olmayacak. Şu anki manzara “biri yer biri bakar kıyamet orada kopar.”!

Deprem düştü gündemden

Cuma gününe bir “toparlama” yazısı hazırlamaya başladım. Çünkü alanda ciddi sorunlar var ve bu sorunların merkezi de Şehircilik İl Müdürlüğü. Bir de bugüne kadar alanda görülmeyen Bayraklı Kaymakamlığı. Kaymakamlık bir çadırda hizmet görüyormuş ama o da tevatür gibi bir şey. İşleri Valiliğe yıkmışlar, arayana da sorana da “web sitesine” bakın gibi tuhaf karşılıklar veriyorlar. Hafta sonu Şehircilik Bakanı, evini kaybedenlere “procelerini” açıkladı da kimseyle “iletişim” kurmadan “maske, mesafe” kuralına da uyarak kayboldu. Oysa kulaklarını kabartsa, önce kendi teşkilatı hakkında neler konuşuluyor öğrenecek. Bu arada, depremde konutları sağlam yurttaşlara da reva görülen işkenceler, zulümler bitmedi artıyor. Bir Vali yardımcısının alanda dolaştığı “şehir efsanesi” gibi konuşuluyor. Kaymakam hazretleri zaten bilinmiyor. Anlamadığım şu Vali de Bakan da iyi kötü derdi olanla görüştü de bu efendiler acaba neyin peşinde?

Deprem düştü gündemden ama emlakçıların zulmü kılık değiştirerek devam ediyor. Mesut Güleroğlu reddetse de Bayraklı, Buca, Bornova, Çiğli, Karabağlar, Karşıyaka, Konak, Gaziemir ilçelerindeki bazı “gayrimenkul danışmanı” uzaylılar, evini satmak, kiralamak isteyenlere yönlendirme yapıp “siz bize bırakın” laflarıyla zulmü körüklüyorlar. Bunun yanında bazıları da ev arayan depremzedelere “biz sizden komisyon alamayız ama siz verirseniz daha kolay ev buluruz” diyorlar.

Deprem İzmir merkezli olaydı neler yaşardık bilemiyorum. Ancak rahmet olsun hepsine canların gittiği bu depremi de ne yazık ki “algılayamıyor” ve gerçekten dram yaşayanlara zulmetmeyi “serbest piyasa” sanıyoruz. Acil olarak İzmir Müftüsü’nün Cuma hutbesinde bunların alayına “beddua” etmesini bekliyorum.

Kısa Kısa

- İzmir Valisi Yavuz Selim Bey hasta olmuş. Allah şifa versin. Ama normal, İzmir’in son uzun yıllardaki en iletişime açık valisinin testinin pozitif çıkması beni şaşırtmadı.

- Deprem alanlarında görev yapan polis memurlarına (amirleri değil) ödül verilmesi gerekiyor. Her ne kadar İzmir Emniyet ve Bayraklı İlçe Emniyet müdürünü duymasak da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, yazılanlara ilgisini bildiğimden, o gencecik polis memurlarının güler yüz, anlayış, yaklaşım ve davranışlarıyla vatandaşların kabaran öfkelerini nasıl güzelce kontrol ettiğine şahidim. Bence İzmir Emniyeti acil olarak İzmir Şehircilik Müdürlüğü’nün elamanlarına ve hatta müdürlerine “depremde halkla ilişkiler dersi vermeli”

- Cuma gününe bir de “Halkın Bakkalı” yazacağım. Bizzat gördüm, duydum, yaşadım. Başkan Tunç Soyer’e vatandaştan çok hoş mesajlar var. Ama dedim ya cumaya…