Borsanızın kollu canavarları ötüp duruyor. Lotonuzun piyangonuzun top çevirme makineleri durmadan dönüyor. Toprağını kazıp, denizini doldurup, ağacını kesip, memleketi betona boğmaya bir saniye bile mola vermiyorsunuz.
Meclisten asıl işitilmesi gereken sesler değil, artık bilgi bile vermeye gerek duymadığınız, birkaç milletvekili de duyurmasa haberimizin olmayacağı torbaların içindeki yasaların, düzenlemelerin, kararnamelerin gümbürtüleri siniyor hayatımıza. “Biz bunlardan, yalnızca başımız derde girince, önümüze uzatılacak resmi belgelerden mi öğreneceğiz” gibisinden bir sorunun, sizde karşılığı yok. Elbette bir de Salı günleri, artık ne dediği belli olmayan nutuklarınızı işitiyoruz. Onlar da gerçeği, işinize geldiğince ya da dilediğiniz kadarıyla duyuruyorsunuz. Ama mesela üstünden prim devşirmek için elinizden geleni ardına koymadığınız, sabah akşam hamasetini yaptığınız şu “harekâta” dair, hep birlikte toplanıp, vekili olduğunuz ulusun tanıklığında konuşmuyor, tartışmıyor, araştırmıyor ve gerçeği ancak işinize geldiğince biçimleyip önümüze koyuyorsunuz. Gürültünüzden ne dediğinizi işitmiyor, ne dediğimizi işittiremiyoruz.
Sabah akşam ekranlardasınız. Siz çekilince, yerinize sözcüleriniz, kalem ve kelamşörleriniz alıyor nöbeti. Hep birlikte bağırıyorsunuz, beş sözcük üç tümceden öteye geçmeyen bir dili, şiddet ve nefret sosuyla süslüyor, ne siz söylediğinizi biliyor ne de biz acizlerin bilmesine fırsat tanıyorsunuz. Tarihi çarpıtmaktan, akıl ve algıya saygısızlıktan, bilimi, kültürü, değerleri ve aidiyetleri çiğnemekten, açık ve aleni biçimde gözümüze sokmaktan zerre kadar çekinmiyorsunuz. Size yalakalık yapayım derken, kantarın topuzunu yutacak kadar zıvanadan çıkmış kimi zavallıları, niyet ve tıynetinizin dolaysız sözcülüğüne soyununca ve hak ettikleri tepkileri alınca, bir köşeye atıveriyorsunuz. Çıkardıkları berbat gürültüleri bile, mağduriyete ve fırsata çeviriyorsunuz.
İşinize geliyor, arena dediğiniz uyku tulumlarında paralize olmuşların çığlıkları. O attı, bu tutamadı, hakem batırdı, kulüp başkanı saçmaladı, bir pozisyona seksen saat laf eden yorumcular sayesinde bir ülke yine sabahladı derken, her şey tam da sizin istediğiniz gibi yürüyor. Şizofren dizilerinizle afallayan ahali, kaşığın içinde yumurta taşıyamayan kocasına hakaret eden kadının çığlıklarıyla daha da manyaklaşıyor. Çocuklara tecavüz ediliyor, kadınlar öldürülüyor, insanlar yollarda, inşaatlarda, hasta ruhların silahlarında saçma sapan telef oluyor ve bunları haber diye ağlak cırtlak seslendirenlerin, “İyi de bütün bunlar neden oluyor?” mealinde bir sistem hesabına girmemeleri, hoşunuza gidiyor.
Artık “hakikat” ve “samimiyet” yok. Tek sesli kaotik bir kakofoni yaratmayı başardınız. Günlerce, gecelerce, saatlerce konuşuyorsunuz. Kafalar nereye çevrilirse çevrilsin, hep bizi görmeliler, hep bizi işitmeliler! Ne dediğimizin önemi yok, yalnızca gürültü sürsün yeter! Dün söyleneni bugün silivermek, bir saat önce verilen sözü hiç söylenmemiş gibi kayıttan düşmek, hiç bir soruya yanıt vermeden her sınavdan başarıyla sıyrılmak… Her türlü uzmanlığı hayattan kovarken, kendi bekanız için geliştirdiğiniz tek uzmanlık dalı bu. En küçük itirazı, en yoğun laf kalabalığıyla, şiddet ve tehditle, çiğnenmekten helak olmuş hamasetle boğmaktan başka çareniz yok. “Siz insanların günah işleme özgürlüğüne saygısızlık ediyorsunuz!” Buna benzer nice algı, etik, hukuk ve vicdan sıfırlayan bir mantığın sözcüleri olarak, habire konuşuyor, konuşturuyor, kamu algısını ve yorumunu felç etmek için, mesainize bir dakika bile ara vermiyorsunuz. Acılarda, hüzünlerde, yaslarda başta kültür ve sanat olmak üzere, her şey askıya alınırken, ertelenirken ve nihayet yasaklanırken, sisteminizi ayakta tutan her şey, hiçbir şey olmamış gibi olanca gürültüsüyle çalışıyor. Bu ahval ve şerait içinde, size hangi çağrı nasıl yapılabilir ki? Bir ülke annelerin gözlerinden ağlarken, hiç olmazsa bir an susun da; kendi aranızdaki ikbal ittifaklarına bir mola verip, acılarımızla ittifak kurmaya çalışmayı düşünün demek, bir işe yarar mı sahi?