Üç günlüğüne Zürih'e geldik. Uğur Dündar usta ile buradaki ADD ve İsviçre Türk Kadınları Birliği'nin "10 Kasım ve Atatürk" konulu etkinliklerine katıldık. Gurbetçilerimizin Cumhuriyet ve onun Kurucu Önderi Mustafa Kemal Atatürk'e bitimsiz saygı sevgisine tanık olduk. Ziyaret sırasında bire bir konuştuğumuz dostlar, bir köşe yazarının Atatürk hakkındaki yazısına ve Diyanet İşleri Başkanı'nın "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen Fesli Kadir'e "zamanlaması manidar" ziyaretine; oldukça öfkeliydiler. Onlara "köşeyazarı" konusunda Kadri Gürsel'in çok beğendiğim tespitini aktardım; "Kendisine verilmiş bir gazete köşesinde yegane tatmininin, yazdıklarından dolayı insanların kendisinden her zamankinden de çok nefret etmesi olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılan birinden nefret edilmez, ona sadece acınır!"
Evet... Sadece ve sadece "acınır"!

***

Peki Diyanet İşleri Başkanı'nın; Atatürk'ün, Cumhuriyet'in kurumunun başındaki kişinin “10 Kasım 9'u 5 geçe kenefe gidin” diyen bir "tescilli" Atatürk Cumhuriyet düşmanını 9 Kasım’da ziyaret etmesi, kurumun da yükselen tepkilere "insanı bir hasta ziyareti" şeklinde açıklama getirmesi, neyin mesajıdır? Komik değil midir bu izah? Yine soralım; 9 Kasım Cuma Hutbesi'nde Atatürk'ü anmak vazifeniz değil miydi Ey Diyanet? Bu ziyaret, Başkan Ali Erbaş'ın kim olduğunu da ortaya çıkarmaya yetmiştir ayrıca (Fetö'nun KADİP/Kültürlerarası Diyalog Platformu'nun yönetim kurulu üyesiydi! Fetönün Abant Toplantılarının müdavimleri arasındaydı! Firari Adil Öksüz'ün akademide önünü açan jüriydi! Herhalde Ali Erbaş da kandırılanlardan ki kuruma atandı!)
10 Kasım’da büyük rezalete imza atmıştır Ali Erbaş, ziyareti ise tek sözcük ile "provokasyondur"!
(Yine anımsatalım; Diyanetin resmi sitesinde yer alan “Kuruluş ve Tarihi Gelişim” bölümünde Atatürk’ün kurucu olarak adı bile geçmiyor. Yazıklar olsun!)

***

Zürihli dostlar! "Aydınlık ve güzel Türkiye"nin özlemini yüreklerinde hep hissedenler! Mustafa Kemal Atatürk; düşünceleriyle, devrimleriyle, ilkeleriyle yaşıyor, yaşayacaktır. 10 Kasım 1938'de gerçekten ölmüş olsa, 79 yıl sonra bile öldürülmek istenir miydi hiç? İtibarsızlaştırılmaya çalışılır mıydı? Tarihçi-Yazar Sinan Meydan'ın anımsattığı gibi, zamanın Atatürk muhalifi Refik Halid'in ifadesiyle; "Onu ölü sayarsak, eser bırakmadan silinip giden yahut eseriyle birlikte yıkılıp göçen birine ne diyeceğiz?"
Fazıl Hüsnü Dağlarca dizeleri ile -kilometrelerce uzaktan- yazıyı noktalayalım;
"Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Dalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım ..
Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki..."