“Uşak'ta İsmet İnönü'ye fırlatılan çay bardağı,
Paşa'nın yarım metre yakınında bulunan
AKİS yazarı Kurtul Altuğ'un başına ras geldi.”
(Gazetelerden)

-İşte, AKİS, olayları böyle yarım metre yakınından izler.
Bu alıntı 1 Mayıs 1959 tarihinde yaşanan olaylarla ilgili, Metin Toker'in çıkardığı AKİS Dergisinin basın tarihine geçmeye değer tarafından İletişim ile Halkla İlişkiler fakültelerinde ders olarak okutuldu.
DP iktidarına karşı muhalefetin gür sesi, Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi Komutanı, Türkiye'ye çok partili siyasal düzeni getiren İsmet İnönü ve beraberindeli CHP milletvekilleri ertesi gün İzmir'e gelmişlerdi.
Çiçeği burnunda müptedi(yeni başlamış) gazeteci adayı olan bana, Ege Ekspres Gazetesinin efsanevi İstibarat Şefi Suat Fehmi Eryalman İsmet Paşa'nın Ege gezisini izleme görevini bana vermişti.
CHP İzmir İl Başkanlığı Gazi Bulvarında, İzmir İl Başkanı ise Dr. Lebit Yurdoğlu idi.
O zaman 75 yaşında olan İsmet İnönü fazla konuşmadı, gazetecilerin sorularına kısa kısa cevaplar verdi. Basınla görüşme bitince, Paşa'nın elini öpmek isteyenler uzun bir kuyruk oluşturdu. Atatürk'ün partisinden başka hiçbir siyasal harekete eğilim göstermemiş bir ailenin çocuğu olarak ben, Paşa'nın konuşması ile ilgili steno ile tuttuğum notları katlayıp cebime koydum ve kuyruğa girdim. Sıram gelince Paşa'nın elini öptüm. “Öptüm” diye yazıyorum ama, o an, öpmüşüm gibi gelmedi bana. Yeniden kuyruğun sonuna takıldım. Tam elini öpmek için eğildiğimde Paşa ne dese beğenirsiniz:
-Genç arkadaşım, sen demin öpmemiş miydin elimi?
Suçaltı veya suçüstü yakalanmış gibi mahçup oldum.
Atatürk ve İnönü'de insanüstü yetenek ve erdemler vardı.
Bir kenara çekilip, sırtımı duvara dayadım. Gazeteciler arasında Fügen Akünal İyriboz da vardı.
Çok geçmeden, Figen'in kocası Prof. Dr. Yörük İyriboz geldi. İsmet Paşa, Yörük'ü yanına çağırıp sordu:
-Senin adın Yörük değil mi?
-Evet efendim.
-Oğlum; ben seni daha önce görmüş değilim ama, baban Nihat İyriboz'a benzediği için onun oğlu olduğunu tahmin ettim. Senin adını Atatürk koydu; Yörükleri severdi de... Yörük; yürük, yürüyen, göç eden demek...
“Yörük” sözcüğü kısaca “Hayvancılıkla geçinen, genellikle Toroslarda yaşayan Türk oymağı” diye tanımlanıyor ve eş anlamlısı olarak “Türkmen” kelimesi veriliyor.
Gökovalı ailesi gibi, Gökova halkı da, Teke yarımadasından gelmiş yörüklerdendi. Başlıca geçim kaynakları keçi besleyiciliği ve develerle ürün (buğday, pamuk, sap saman,mısır vb) taşımacılığı idi. (Son olarak İnişdibi yörüklerinden Ece oğlanın tek devecisi vardı, bir süre sonra o deve de dünyadaki ömrünü tamamladı.)
Yörüklerle ilgili bulabildiğim yazılı kaynakları okudum; onlara değin anektod, söylence ve türkülerin çoğunu bilirim. Ama, bu konudaki puzzle'ın boşlukları, rahmetli babam Gökova Muhtarı Mehmet Gökovalı'dan dinlediğim parçalarla doldurdum.
Yörükler bugün bile, biz Türklerin en eski devirlerinden kalma alışkanlık ve gelenekleri neredeyse bire bir sürdürüyor. (Büyük aşiretlerin göçlei çoğunuzun malümudur.)
Yörüksel yaşamın iki temel düsturu var:
1) “Yazın yaşlaya, kışın yazıya” (Bu özlü sözdeki “yazı” en eski Türkçe sözcüklerden biri olup,ova,sahil anlamındadır. Yörükler, doğaya uygun olarak hayvanların göç yollarını, dolayısıyla baharı kovalar.
2) “Akşam bulutu kızardı dik çadırı, sabah bulutu kızardı dik çadırı?” Bu söz, şöyle de söylenir: “Akşam bulutu kızardıysa havayı hoş bil, sabah bulutu kızardıysa havayı yaş bil!
Yörüklerin hava durumunu, keçinin kuyruğuna bakarak tahmin ettiklerine ilişkin fıkraları bilirsiniz...

Şaman geleneğinin islam isterlerine uyarlaması sonucu, yörükler, ticaret ve dinsel icapları kendilerince çözümlemişlerdir. Genellikle obanın lideri veya yetki verdiği kişi, haftada bir (genellikle cuma günü), en yakın kasaba veya şehre inerek; hem süt ürünlerini satıp, kendi gereksinimleri olan nevaleyi düzer, hem de tüm oba erkekleri adına cuma namazı farzını eda eder.
Aşiret reisi, konakladoğo yer yakınındaki bir köy büyüğünün oğlunun sünnetinde armağan olarak bir oğlak verdi diyelim; aradan beş altı yıl geçip, oğlak keçi olup birkaç yavru doğursa, hepsini birden sünnet çocuğuna verir.
Kendimi frenlemesem gazete-dergi yazısı değil, kitap yazacağım. Mevlana “Pes! Suhan kuteh bayed vesselam! (Sözün kısacası iyidir) diyor ya; Muğla'nın Gökova'sında yaşanılmış bir olayı naklederek bu yazıya noktalı virgül koyayım:
Teke aşireti reisi Abdülkadir Ağa (2.5 m uzunluğundaki mezarı, Gökova'nın bitişiğindeki Kırıkköy kabristanında), Gökova geldiğinde çok namlı güreşçi bor tülü devesi varmış. Köyün ağası Şerif Efendi Abdülkadir'e haber salmış:
-Ağanıza söyleyin:, o Tülü Deve'yi bana versin, Beylik Tarla'yı (100 dönüm)vereyim. Yörük ağasının cevabına siz de şaşacak mısınız:
-Şerif efendiye selam söyleyin; ondaki zevk bende yok mu?
Vardır...
Efelerin Efesi
Efe olmak kolay değil! Bele “Efelerin Efesi”olmak, bince efeden yalnızca biringe,Yörük Ali'ye nasip olmuş bir san ve şan. Yurdu Yunan işgal edince, dağdan düze inen Yörük Ali, başta Malkoş baskını olmak üzere nice yararlık gösterdi. O kadar ki; Yüce Atatürk tarafından yüceltildi. Ben, kızı Şahika ile damadı DT Ege Erginer'den biliyorum: Atatürk, ona çok değerli bir baston armağan etmişti. Yazık ki; o baston elinden düşünce onu almak için atladığı tramvayın tekerleği altında kalan bir ayağı koptu. Varsın olsun; Yenipazar'daki evi müze oldu ve “Türküler söylendikçe Türk diliyle” hep söylenecek bir türkü kaldı ardında:

Şu Dalma'dan geçtin mi
Soğuk sular içtin mi?
Efelerin içinde
Yörük Ali'yi seçtin mi ?
Hey gidinin efesi
Efelerin efesi.

Şu Damla'nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük Ali'yi sorarsan
Efelerin seçmesi.
Hey gidinin efesi
Efelerin efesi

Bu türkü çoğu kişi tarafından bilinir. Bir de, büyük Türkolog Ziya Gökalp'in “Yörük Ali” şiiri vardır ki Efe'nin Aydın Yenipazar'da müze yapılan evinin bir duvarında asılıdır:

Ey Yörük Ali Efe!
Sen bir kahramansın,
Güneşin dudağı alnından öper;
Yirmi bir yaşında bir genç arslansın,
Baş eğer önünde dağlar, tepeler.

İzmir'e girerken Yunan askeri,
Çobandın, elinden kavalı attın...
Düşmandan vurarak yün on neferi,
Tatlı şarabına zehirler kattın.
(Genç Yolculuklar Mecmuası, 15 Ocak 1921)