İlber Ortaylı ile aramız son zamanlarda limoni olsa da bazı söylemlerine hak vermiyor da değiliz tabii. Örneğin bir kaç gün önce şöyle bir cümle kurdu kendisi: "Ciddiyeti kaybetmiş bir toplum var, konuşmaması gerekenler konuşuyor." Çok doğru.
Peki nerede kullandı bu cümleyi?
Katıldığı 'İdame-i Hayat' konulu konferansta.
"İdame-i Hayat!" Breh breh...
Kendilerini gerçekten Osmanlı torunu zannedip kafasında fesle dolaşanların, dükkanlarına Osmanlıca tabela asanların, Osmanoğlu ailesinin üyelerine Twitter'dan 'şehzadem' diye seslenen zihniyetin bir organizasyonu olmalı.
Arada eski Türkçe kelimeler kullanmayı, özellikle yazı diline pek yakıştıran biri olsam da, bu tip girişimlerin altında yatan niyeti bildiğimden, bir konferansa böyle bir isim vermek hem komik hem de gereksiz geliyor doğrusu.
Yani aslında İlber Hoca tam da yerinde, doğru kitleye kullanmış bu cümleyi; "Ciddiyeti kaybetmiş bir toplum var, konuşmaması gerekenler konuşuyor."

Kolejden köy okuluna geçilir mi?


Bal gibi de geçilir!
Aynı konferansta yerinde bir tespiti daha var Hoca'nın ki kendi çevremde de çok sık rastladığım bir değişimden bahsediyor. Daha doğrusu tavsiyede bulunuyor. Ama son 2-3 senedir erken davranıp o tavsiyeyi çoktan hayata geçirmiş insanlar var. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgesinde.
Şöyle diyor hocamız: "Yuva kurduğunuzda, çocuk büyüteceğiniz zaman büyük şehirlerde oturmayacak şekilde hayatınızı planlamanızı tavsiye ediyorum. Uygun küçük şehirlerde oturmak ve çalışmak için kırsal bölgelere yerleşin. 'Evleneceğiz, pembe panjurlu evde oturacağız' hayalinin dışında 'kırsal alanda oturacağız, yavrularımız orada büyüyecek' gibi bir proje artık romantik, komik bir şey değil, düpedüz hayatın realitesi haline gelmiştir."

***

Son bir kaç yıldır o kadar çok örneğine şahit oluyorumki bunun! Büyükşehirden gelen aileler artık çocuklarının eğitimleri için kendileri de kolları sıvıyor.
Bir köye, küçük bir kasabaya yerleşip çocuklarını özel okuldan, bulundukları yere bağlı devlet okuluna yazdırıyorlar.
Çocuklar zaten uyum sağlama konusunda müthiş bir beceriye sahip olduğundan en kolay onlar adapte oluyor.
Okulun eksik bıraktığı, özellikle dil konusundaki açığı tamamlamak ise ebeveynlere düşüyor.
Özellikle yurt dışındaki yaz okullarını sadece bu nedenle tercih ediyorlar.
İnterneti aile kontrolünde kullanan çocukların önlerinde zaten sınırsız bir bilgi kaynağı var.
'İlaçla zehiri doz ayırır' misali çocukların eline bilgisayar, tablet vs. vermekten o kadar da korkmamak lazım yani.
Ayrıca yine o çok meşhur kolejlerden mezun olup ebelek ebelek etrafta dolaşan protein fazlası çocukları görünce de, 'demek ki her şey marka bir okulla bitmiyor" diyor insan.

Safları ayırın


İlber Ortaylı'nın son ve yerinde bir önerisi daha var. 'Öyle 24 saat komün hayatı yaşamayın' diyor gençlere.
'Safları sıklaştırmayın, biraz ayırın' demek istiyor yani:
"Bizim milletin çok kötü bir alışkanlığı vardır. İnsan canlısı olmak iyidir, fakat 24 saat insanlarla birlikte konuşmak anormal bir olaydır. Kendi başınıza kalmayı öğreneceksiniz. Buna meditasyon derler. İnsanın kendi kendine kalması gibi büyük bir vasıf yok. Bunu bilen milletlerin, böyle bir eğitimi olan toplumların çok geliştiklerini görüyorsunuz. 'Kukumav kuşu gibi oturup, annenizi, babanızı bile 6 aydan 6 aya görün' demiyorum. Bu doğru bir şey değil ama devamlı kabile gibi sabah akşam aynı insanlar, aynı manasız laflarla vakit geçirmek uygar bir davranış biçimi değildir."
Hoca haklı, hem de sonuna kadar haklı.
Yalnızlıktan, yalnız kalmaktan, arada kendinizi dinlemekten korkmayalım.
Hatta artık yaşadığımız bu dönemde ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç, kabul edelim.