Hayatın her alanında olduğu gibi, sanatta da en büyük engel “yasaklama” ile kendini gösterir. Hastalıklı, faşizan, her açıdan anlamsız bir uygulamadır ve “kraldan çok kralcı” olarak nitelenen ruh halinden beslenir. Çağdaş dünyada, bir ülkenin sanat iklimi, devletin yaklaşımı, halkın sanattan aldığı pay ve katılım oranı, o ülkeyi değerlendirmede esaslı bir ölçüttür. Bu nedenledir ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi “vizyon” ve “entelektüel donanım sahibi” önderler, ülkelerinin temelini kültür ve sanatla tanımlayıp, geleceğe yol gösterirler. Polatlı’dan top sesleri gelirken Etnografya Müzesi açmak, on yılda sayısız kültür ve sanat yapılanmasını gerçekleştirmek, yetişmeleri için o koşullarda yurt dışına gençleri göndermek, “Alnında ışığı ilk hissedenler” olarak gördüğü sanatçılara en üst düzeyde saygı göstermek gibi tavır ve eylemleri anlamak için, mümkünse onlardan nasiplenmek gerekir. Her şeyi sonuna dek zorlamaya rağmen, en büyük yetersizlik itirafı olarak “kültür ve sanat” alanını göstermek, kuşkusuz önemli bir adımdır. Yasaklamanın, seçilecek en hazin, yanlış ve talihsiz yol olduğunu anlamak ve bu konuda “aklı evvellik” gösterenleri anında o alanlardan uzaklaştırmak, atılacak adımların başında gelmelidir. Yaşananlar, bu gerçeği haddinden fazla kanıtlamaktadır.
Geçmişte, çevre ilçelerden birinde “Düşüne Taşına” adlı çocuk oyunum sahnelenecekti. Ekip o ilçeye gitti ve iki saat sonra oyunumun yasaklandığını öğrendim. Topluluğun verdiği bilgiye göre, yasakçı yetkili oyuncuların gerçek adlarıyla birbirlerine seslenip, izleyici çocuklara dekor, kostüm, makyaj bilgilendirmesi yaptıkları, tiyatro sanatıyla tanıştırdıkları “ön oyun”dan kuşkulanmıştı. Oyuncular bu bölümde birbirlerine gerçek adlarıyla sesleniyordu ve birinin –rol adı değil- gerçek adı Kemal’di. Oyunda “Bay Mikrop” adlı “rolü” oynuyordu ve kıyamet ondan kopuyordu. Ben nasıl olur da, Bay Mikrop gibi olumsuz bir karakteri, “Mustafa Kemal” adında birine oynatırdım? Bu saçma sapan yasak gerekçesi karşısında, yılların oyuncusu Kemal’in, “Mustafa Kemal değil, Kemal Aygen” olduğunu kanıtlaması, yasakçı cahile tiyatro sanatını anlatması, kim bilir kaç saatini almıştı? Kırk yıla merdiven dayayan oyun yazarlığı ve yönetmenlik deneyimimde, sayısız aklı evvel ile oyunlarımı yasaklama girişimleri vardır, bir gün hepsini kitaba dönüştüreceğim. Bu arada, yıllarca İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Oyun Değerlendirme Komisyonunda görev yaptığımı anımsatmak isterim. Günümüzün en büyük sömürü alanlarından biri olan Çocuk Tiyatrosuna dair ne cinayetler işlendiğini, bırakın yasaklanmayı, sanata ve çocuklara dair cinayetten yargılanmaları gereğine inandığımı da, kolaylıkla ulaşılacak pek çok yazıda işledim. Bu başka bir konudur.
Akhisar’da “Çevreci Afacanlar” adlı çocuk oyunun yasaklanma haberini alınca, “resmi” gerekçelerini okudum. Elbette bu gerekçelerde, oyun kurgusu, dramatik tutarlık, estetik yapı-çocuk algısı ve yorumu ilişkisi gibi “değerlendirme ölçütleri” yoktu. Bu doğaldı, çünkü cümle benzerleri gibi, karar verenlerin arasında “uzman” yoktu. Kaba bir ahlakçılık ve koruma güdüsü, sıradan bir siyasi atmosfere intibak kaygısı, düz mantık “günle mütenasip mesaj” beklentisi, bu işler için yeter de artardı. Akhisar yasağı da bunlardan farksız olamazdı. Oyunda savaş yerine barışın vurgulanması, şiddetin eleştirilmesi, yasaklama için yeterdi. Oysa benzerleri gibi, bu yasaklama da tepeden tırnağa iyi bir iş yaptığını sanırken, başta devleti ve onu yönetmekle sorumlu olanları, hiç istemedikleri bir duruma sokuyordu. Anlaşılıyor ki, komisyon Afrin’den yola çıkmıştı, lakin batmıştı.
Afrin’e barış, mutluluk ve şiddetten uzak bir atmosfer götürmek için gidildiği, devlet yetkilileri tarafından her gün söylenirken, bu mesajları doğayla kardeşlik teması içinde işleyen bir çocuk oyununu yasaklamaya kalkanların, sanattan ve çocuklardan önce, devlete verecekleri hesap olmalıdır. Sanatın her alanındaki yasakçıya sorulacak soru gayet basittir: siz oyunlardan filmlere, resimlerden heykellere, eleştirdikleri olumsuzlukların tarafımızdan savunulduğunu, vurguladıkları değerlerin tarafımızdan reddedildiğini mi iddia edip, yasaklıyorsunuz? Sahi, siz ne yapıyorsunuz?