Eşinin mide bulantıları sebebiyle işinden izin aldı.
Karısını arabaya bindirip, hastaneye gitmek üzere arabayı çalıştırmıştı ki cep telefonu çaldı.
Telefonda ses yoktu.
Dikiz aynasından, arka koltukta hafif yan yatmış olarak oturan eşine baktı. Bir yandan park ettiği yerden çıkmaya çalışırken düşünüyordu:
“Hülya olabilir miydi sessiz arayan? Hayır canım, onun zamanında cep telefonu bile yoktu, çok eskilerde kaldı o… Peki Ayşe? O da olamaz, çünkü onu ben terk etmiştim, çok gururludur, asla dönüp arkasına bakmaz. Belki de Zeliha’dır.”

Karısının sesiyle düşünceleri bölündü.
“Randevu aldın mı? Doktor gelmiş midir?”
Biraz duraksadı, “Evet, bizi bekliyor” dedi. Gastroenterologun yanına eşiyle birlikte girdi.
Daha doktorla henüz konuşmaya başlamışlardı ki cep telefonu çaldı.
“Özür dilerim” diyerek odadan dışarı çıktı.
Yine sessiz bir telefondu.
Hışırtı, belki derinden gelen bir müzik sesi. Ama açıktı karşıdaki telefon. Ses yoktu.
“Kesinlikle beni tanıyan biri” diye düşündü.
“Emine’dir mesela. Bir türlü kabullenmedi ayrılığı. Ama o artık nişanlı. Yok, olmaz. Sevim daha yakın ihtimal geliyor, arsızın biriydi çünkü. Aa, Tülin olmasın?” diye geçirdi aklından
Telefon kapanınca hızla doktorun odasına döndü.

***

Doktorun yanındaki resmi havaya rağmen eşi sertçe bakmıştı suratına. Çeşitli sorular soran, tetkikler yapan doktor, muayenenin sonunda teşhisini açıkladı:
“Hipokondriazis...”
Kadın ve kocası, “Yani? Ne demek” diye sordu aynı anda.
“Önemli bir şey değil” dedi doktor ve ekledi: “Hanımefendi siz toparlanın dışarı çıkın. Ben eşinize bir iki ilaç yazıp vereceğim.”
Kadın daha da korkmuştu. Doktor, endişeli kocaya tebessümle döndü:
“Bir şey yok, hastalık hastalığı gibi geldi bana. Sıkça yapar mı bunu?” diye sordu.
Adam eşinin bunu daha önce de sıkça yaptığını söyledi.

***

Akşam üzeri eczanede sıra beklerken cep telefonu bir kez daha çaldı. Bu defa müzik sesi daha net duyuluyordu.
“Efendim?” dedi, yanıt yoktu.
“Kim ya? Yoksa Nazire mi? Ama o evlendi. Müzik düşkünü Esra olabilir. Belki de Derya…” diye geçirdi içinden. İlaçları alıp karmakarışık kafa ile evine döndü. Eşine bir şey belli etmemek için, “Marketten alışveriş yapalım mı?” diye sordu.
Eşi de “İyi olur, evde bir şey kalmadı” dedi.

***

Markette hangi marka daha ucuz diye yoğurt kovalarından birini koyup diğerini alırken, telefonu tekrar çaldı. Bu kez derinden bir ağlama sesi duyuluyordu. Arka fondaki müziği anlamaya çalıştı. “Biz bize yaşarken geldik oyuna…” sözlerini duydu.
“Tamam, arabesk müzik tutkunu Süreyya olmalı… Nereden aklına esti bunca zaman sonra?” diye düşündü; eşinin kendisine doğru geldiğini görünce telefonu kapattı.

***

Cevapsız telefonun öteki tarafında, yatağında iyice halsiz düşmüş, gözlerinden yağmur gibi yaşlar akan, dudakları ve elleri titreyen, telefonu yatağın içine bıraktıktan sonra da, “Allahım, onun ömrünü benimkinden bereketli eyle” diye dua eden, sadece Anneler Günü dışında kapısını çalmadığı, o gün 75 yaşına giren annesi vardı…

***

Kıssadan hisse:
Fazla söze gerek var mı?
Sadece bir gün değil, her gün annenizi anımsayın.
Sadece annenizi mi?
Bütün sevdiklerinizi...