Tarihi unuttuğumuz için yaşıyoruz her tehlikeli süreci. Suriyeliler, Afganlar ve başkaları. Emperyalizm yine bileyliyor o korkunç kılıcını Anadolu’ya karşı. Tehlikeli, çok tehlikeli oyunlar. Sinan Meydan rüzgâr gibi esti İzmir’de. Ve yarın Gündoğdu’dayız. Depremzedelerin çığlıkları kaplayacak alanı. Duymayanlara tabii.

“Ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih” demiş ya Mehmet Akif. Lakin öyle oyunlar oynanıyor ve bu kez öyle farklı “yerli iş birlikçiler” var ki memlekette; öyle bir uçurumun eşiğindeyiz ki, yazarken bile tüylerim diken diken.

Emperyalizm Irak’ın canına okumayla başladı eski defterleri açmaya, sonra Suriye, tabii ki daha önce Afganistan. Türkiye’nin doğu komşuları, daha doğudaki, güneydeki ülkeler, aklını kullanamayan ülkelerde o Soros ve şürekâsının çevirdiği dolaplar hep hafızalarımızda. 20. asrın başında özellikle İngiltere’nin Müslüman Arap ülkeleri, Osmanlı’ya ihanet etmeleri için kurguladığını da unutmak olmaz.

Ve bugün, ülkesinde canını zorda gören kim varsa doğuda, soluğu Türkiye’de alıyor. Suriyelileri binlerce kilometre doğudan alıp batıya getiren zihniyet, kuşkulu zihniyettir tamamıyla. Madem savaş vardı ülkelerinde, neden “kamplar oluşturulmadı” diye de sormak lazım. Avrupa’ya geçmek için Türkiye’yi köprü yapmaya uğraşan can derdindeki insanların bir kısmı artık Türkiye insanı olmuş. İki yüz bine yakını İzmir’de milyonlarcası Türkiye’de, hükumetin politikası baştan aşağı tehlikeli ve emperyalizmin gizli oyununa koz veriyor. Demografik yapı eğer değişmeye başlarsa olacakları düşünmek bile istemiyorum. Zira Türkiye’de işsizlik, ufuksuzluk ve cehalet inanılmaz düzeylerde. İktidar ve siyaset ise birbirine laf yetiştirmek dışında bir çalışma yapmıyor.

Ancak emperyalizmin yerinden yuvasından ettiklerinin “İNSAN” olduğunu asla unutmamak gerek. Aralarında bizim kentlerimizde doğan çocuklar şimdi genç oldular. Ama vahşi patronların ucuz emek araçları olmalarına da karşı durmak gerek. Anadolu asırlardır bir geçit, kaç kavim geldi geçti, kaç medeniyet kuruldu. Ama 20. asırda başlayan emperyalist oyunlar öyle canlar yaktı ki, hatırlamak gerek. Gelenlere düşmanlık sadece emperyalizmin ekmeğine yağ sürer. Çene suyu çorba ve boş hamasetle de bu sorun çözülmez. Emperyalist kafalar, bir yandan bu insanları Türkiye’de tutmak isterken, bir yandan da alttan alttan yerli-yabancı kavgası çıkarmaya çalışıyor.

Soru şudur şimdilik: Biz “unutmaya” devam edecek miyiz yoksa şu ahmak programlarla hepimizi uyutan televizyonları kapatıp, son yüz yılı yeniden okuyup anlayacak mıyız?

Derdin de, devanın da şifresi yakın tarihte çünkü. Türkiye 100 yıl sonra yine aynı oyunlarla iki tarafı keskin kılıcın üzerinde yürütülüyor!

NOT: Bu sinir bozucu konu çok önemli, yazmaya devam edeceğim. Çünkü tezgah, yarım kalmış bir oyunun devamına kurgulanmış!

***

SİNAN MEYDAN’IN UYARILARI

Yüzünden tebessüm hiç eksilmiyor, yaklaşımları mütevazı, kendisine yönelen vatandaşı asla kırmıyor, soru sorulduğunda hemen cevaplıyor. Yazıları, kitapları hep herkesin anlayabileceği düzeyde. Öylesine yakışıyor ki “halkın tarihçisi” sıfatı ona… Yurttaşlarda “doğru ve gerçek tarih” farkındalığını yaratan adam o. Konuştuğu her sözcüğün kaynağı belli. O “başkaları” gibi “biatçı” teknikle “balabula tarihçiliği” yapmıyor. Yalana gerçek, yanlışa doğru demiyor. İzmir’i de çok seviyor, genlerinde Artvin’in yiğitliği, yüreğinde İzmir’in özgürlüğü, beyninde Kuvva-i Milliye bilinci var onun.

Sevgili Sinan Meydan’dan bahsediyorum. Sözcü Gazetesi’nde her pazartesi apaydınlık bilgi bombardımanına tutuyor bizi tarihten. Merak ve dikkat uyandırıyor hepimizde. Kitapları ise, yazılarından daha ayrıntılı. Bir konuyu en az iki defa okuyorsunuz. Bazen keyifle, bazen kaygıyla. Sinan Meydan’ı okuyanlar, bugünü daha net görebiliyor. Sorunların bir anda oluşmadığını anlayabiliyor.

İşte Sinan Meydan, çarşamba akşamüzeri APİKAM’ın bahçesindeydi. Kıymetli eşiyle birlikte teşrif etti. Büyükşehir Belediyemizin Başkan Vekili Profesör Doktor Suat Çağlayan hocamızın da bulunması ayrı bir anlamdaydı. Çünkü yürekler Mustafa Kemal aşkıyla birleşti APİKAM’da. Önce APİKAM Sergi ve Müze Birimi’nin hazırladığı “Tam Bağımsızlık ve Lozan” bilgi tazeleme sergisi açıldı. Daha sonra da etkinlik alanında yoğun yurttaş katılımıyla Sinan Meydan’ın “Lozan” söyleşisi... Soluksuz iki saati aşkın, kimse yerini terk etmeden izledi, dinledi, çekti, not aldı.

Sinan Meydan öyle uyarılar yaptı ki, gözüm kapalı imzalarım hepsini. YouTube’da,  “İzmirTube” kanalında izleyebilirsiniz bu muhteşem söyleşiyi. Emperyalizmin yeniden harekete geçtiği günümüzde, Lozan’da vermediğimiz, vazgeçmediğimiz haklarımız şimdilerde değişik şekillerde alınmaya çalışılıyor. Emperyalizmin Sevr’de kullandığı “demografi” ile Türkiye hesapsız, plansız göçmen akınına uğruyor. Yurttaşların iş hakları, bir şekilde yabancılara geçiyor.

Biz bu filmi 100 yıl önce görmüştük ve Lozan’da kanımızla, canımızla bağımsızlığımızı tescilledik.

Sinan Meydan “Türkiye Tarihi’nin” değiştirilmeye çalışıldığını da söyledi ki tamamen doğru. Çevrilen güya tarihi filmlerin, gerçek dönemlerini değil “kurgulanan” bir gerçek dışı süreci yansıttığı o kadar net ki.

Erzurum Kongresi’nde dünyaya haykırılan şuydu: “Kuvva-i Milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır!” Bundan vazgeçtiğimiz gün bize yeniden Sevr’i dayatılırlar ki, asla şüphe etmiyorum. Aklımızı başımıza almamız şart!

***

YARIN GÜNDOĞDU’DA…

30 Ekim 2020, günlerden Cuma, saatler 15.00’e yaklaşırken kulaklarda o müthiş uğultu ve gürültü. Ardından dev toz bulutları.

En çok Bayraklı sarsıldı… En çok Bayraklı kahroldu.

Onca insanımız öldü, sakat kaldı. Ama ayrımsız hepimizde bitmeyecek korku…

Devlet, belediye, dernekler, odalar, vakıflar, medya hep doluştu Bayraklı’ya… İstanbul medyası işin özü yerine hep “magazin” bakışıyla yansıttı depremi. Enkazdan sağ kurtulanlar, cansız bedenler hep “haber” oldu.

Bir hafta geçti gitti.

Sonra?

Sonra unutuldu “deprem” ve “deprem acısı”. Kimse bozulmasın. Bu satırların yazarı “kiracı yurttaş” olarak 30 Ekim’den beri, söylenmeyen, yazılmayan, duyurulmayan, gizlenen, çarpıtılan ne varsa yaşadı. Edepsizlikler, terbiyesizlikler, hakaret ve saygısızlıklar, yok saymalar, itham ve iftiralar, yalan ve talanlar hep gözümüzün önünden oldu, oluyor. Hiçbir devlet yetkilisi, depremzedenin gözlerinin içine baka baka hâlâ konuşamıyor.

Depremzedeleri doğru düzgün anlamadan, dinlemeden yapılan projeler…

Uyduruk ilgiler, hâlâ cevapsız bir yığın soru.

Maneviyata önem verdiğini iddia edenler, ahir ömründe bir tanecik evini kaybeden yurttaşlara öyle profesyonel zulümler yaptılar ve yapıyorlar ki…

Depremde evini, dükkânını, iş yerini kaybeden vatandaşların derdi bir yana bırakıldı ve hemen “kentsel dönüşüm” furyası başlatıldı. Bugün depremzedeler gündemde unutturulmaya çalışılırken, ne kadar vahşi kapitalist varsa hücum etti “kentsel dönüşüme”.

Depremzedeler baktılar “bu iş böyle olmayacak”, Haydar Özkan başkanlığından örgütlendiler. İZDEDA (İzmir Depremzedeleri Dayanışma Derneği) adıyla dernekleştiler. İZDEDA’nın derdi “siyaset” değil. Sadece “insaniyet”. Kavga etmeden, ithamda bulunmadan, taraf görüntüsü vermeden sadece haklarının peşine düştüler. Vali toplantı yaptı ama işe yaramadı. Çünkü Vali Bey de siyaset gözlüğüyle sadece sağa, sola çemkirdi. Şehircilik Bakanı, yurttaşların gözünden gözünü ayırarak “müjdeler” verdi, kimse anlamadı. Bankalar akla ziyan kredi politikasıyla depremzedenin kahrını yükseltti. DASK denen yapının aslında bir işe yaramadığı kesinleşti. Yürüyüş mesafesinde alanlara onlarca kat gökdelen izni verenler, “kentsel dönüşüm” şartıyla yıkım yapılan binalara olan kat yüksekliğini verenler, nedense evi depremde yıkılmış yurttaşlara, kümes gibi ve sadece 5 kat binaları reva gördüler. Üstelik yapılan sadece “yurttaşı sonsuz borçlandırma” dayatması.

İşte İZDEDA bu yüzden yarın Gündoğdu Meydanı’nda bir buluşma organize etti. Saat 10.30’da depremzede yurttaşlar bir araya gelecek. Ben de orada olacağım. Deprem sonrası ev sahibi, kiracı, iş yeri sahibi Bayraklı’da kesinlikle “insanlığın çöküşünü” yaşadı. Dayanışma, destek yalanlarına da inanmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünü yerine getirecekler. Ama Cumhurbaşkanı gelmeyecek Gündoğdu’ya tabii ki…

Bayraklı’da öyle şeytanlıklar yapılıyor ki… Kentsel dönüşüm öyle bir rant savaşına döndü ki... Deprem gibi olağanüstü bir doğal afeti şimdi “kentsel dönüşüm” kavramıyla ranta havale ettiler. İnsancıklar tek evlerini kaybetme tehlikesi yaşıyorlar açıkça. Ve ne yazık ki söz konusu “rant” olunca “siyasi taraflılıklar da” önemsiz oluyor.

Manavkuyu’da “yıkım kararı” verilmiş bir apartman var. Apartmanda yaşayan emekli bir çift... Çocukları olmamış hiç. Hanımefendi ev hanımı. Beyefendi tek gelir sahibi, o da ayda 3 küsur bin lira emekli maaşı alıyor. 30 yıl önce taksitle almışlar evlerini. Apartman “kentsel dönüşüm” kararı alıyor. Müteahhitlerle görüşülüyor. Ortaya daire başına 450 bin lira gibi bir bedel çıkıyor. Emekli çift ne kredi alabilir ne bu parayı bulabilir. Müteahhit iki öneride bulunuyor. Biri şu; para vermesinler, 3 artı 1 daireden vazgeçsinler, 1 artı 1’e razı olsunlar. Ya da evlerinin karşılığı 400 bin lirayı kabul edip gitsinler. Yahu söyler misiniz bu emekli çift nereden bulacak 400 bin liraya ev? Yok ki!

Bir söz vardır “Allah’tan korkmak, kuldan utanmak” diye. 30 Ekim sonrası “Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan” bir düzen gelişti Bayraklı’da. Yurttaşların kaygıları, gözyaşları, beklentileri zerre önemsenmedi. 

Son günlerde çevremizde yine küçük küçük depremler oluyor. Bazılarını hissediyoruz, bazılarını hissetmiyoruz. “Depremle yaşamak” sözünü ciddi anlamda yeniden kavramak gerek. Unutulmamalı ki deprem, kolon ve kirişleri kafalara indirdiğinde “bu müteahhit, bu iktidar partisi mensubu” diye ayrım yapmıyor.

Umarım atanmışlardan seçilmişlere Gündoğdu Buluşması biraz vicdanları harekete geçirir. Ve umarım bir gün ülkem “müteahhit” dayatmalarından kurtulur.