Bugün inancını bir ahlak ve samimiyet toplamı olarak yaşayan her Müslümanın, din bezirgânlığına soyunmuş tezgâhtarlara şunu sorması gerekir: “Bre ahlaksızlar, bu din belden aşağı mevzular dışında bir şey söylemez mi?” Her gün insanı çileden çıkaran, nefes aldığına pişman eden, ülkesi ve insanı adına utandıran saçmalıklara, rezilliklere, akla ve onura saldırıdan başka bir anlam taşımayan sözüm ona fetvalara bakınca, yapılması gereken bellidir: Dini bu soysuzlardan kurtarmak.

Böyle bir girişin somut gerekçeleri var. Feodalizm ile yobazlığın işbirliğiyle artık neredeyse kabullendiğimiz “çocuk gelinler”, her gün kaypak matbuatın üçüncü sayfalarında okuyup ikiyüzlü ekranlarından işiterek neredeyse kabullendiğimiz “kadın cinayetleri”, sapıklar ve manyaklar tarafından istismar edilmelerini neredeyse kabullendiğimiz “çocuklarımız”… “Neredeyse kabullendiğimiz” belirlemesini yineleyip durmamız, Türkçe yetersizliğimizden değil, toplumsal ahvalimizi anlatacak başka söz bulamamaktandır. Bu fotoğraf, çok özel paragraf isteyen bir faciadır, döneriz. Ama yazıya “din” üstünden giriş yapmamızın nedeni, bütün bu insanlık facialarına, kendilerini “ulema” sayan alçakların, soysuzluklara din üstünden kılıf aramaya kalkmaları, mahkemeye düşen ruh hastalarının söze dinden imandan başlamalarıdır.

Bir zamanlar bu ülkede, solu ezmek, demokratik gelişimi dinamitlemek ve kendi iktidarlarını sürdürmek pahasına, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyenler dolaşırdı. Yalanları, belge ve bilgiyle tarihe yazılmıştır. “Ne yaptıysam devletim için yaptım” diyen aşağılık katiller, işkenceciler, bu ülkeyi her açıdan mahvedenler, unutulmayacaktır. Bugün, her türlü argümanını dinle ilişkilendiren, her söze dinle başlayan ve 16 yıldır iktidarda olanların, bu tarihten ders alması, önce bu mikroplardan ve bu manyaklara saçmasapan söz ve davranışlarla arka çıkan makam mevki sahipleri ile maşalarından kurtulması, zaman ve zemin yaratan kurumları ve sorumluları iyi bir temizlikten geçirmesi gerekirdi. “Alnı seccadeye değiyor” genellemesinin nelere yol açtığı, kaç ahlaksızlığa zaman ve zemin yarattığı, kan içici yobazlığın kaç cana kıydığı, 15 Temmuz 2016 gecesinde ve sonrasında kanıtlanmadıysa, gizli açık tüm tedarikçi ve kışkırtıcısıyla açığa çıkmadıysa, bunların en tepeden en dibe hesap vermesi gerektiği görülmüyorsa, daha ne söylenebilir?

Hiç kuşkusuz alçaklığını cinayete, katliama, tecavüze, hele ki çocuk istismarına vardıranların, dini milliyeti kökeni tartışılamaz. Ama bütün bu hastalıklarını mahkemede, kamu önünde, vicdan ve ahlak sorgulamalarında dinsel gerekçelerle savunmaya kalkışanlar varsa, OHAL gibi her alanı belirleyen bir uygulamanın egemenliğinde İYİ HAL her şeye ilaç oluveriyorsa, bu öncelikle iktidarın sorunu ve sorumluluğu kapsamına girer.
Kuşkusuz bu korkunç fotoğrafın tüm sorumluluğunu bu iktidara yüklemek ve tek suçlu olarak yandaşlarını görmek, her şeyden önce devlet ve sistem tahlili açısından saçmalıktır. Din tüccarları ve suçlarını kurnazca din kılıfıyla doğallaştırmaya çalışan alçaklar kadar, her dünya görüşü maskesi altında bu pisliğe boğazına kadar batmışlar güruhu, hayatımızı iğfal etmektedir.

İşte bu noktada “neredeyse kabullendiğimiz” belirlemesine geri dönmek gerekir. Somut olay ve olgulara, soyut saptamalar, güzellemeler, ver alttan gazı taktiği okşamalarla yaklaşır ne olduğuna dair her türlü bilinçlenme yolunu tıkaçlayarak-yasaklayarak-tabuya dönüştürerek, soru ve sorunları akıl ve algıdan kovmaya çalışırsan, başka sonuç çıkmaz.
Cehaleti, ilkelliği, yobazlığı bilimle, akılla mahkûm etmeyi ve aşmayı değil de; sırtını okşamakla oy ve yandaşa çevirmeyi tercih edersen, başka sonuç çıkmaz. Muhalefet olarak bütün bunları, dünya görüşünün sorumluluğuyla dillendirmiyorsan, başka sonuç çıkmaz.
Sonuç bellidir: Ses çıkarmadığın her alçaklık, seni insanlığın “yazıklar olsun!” kuyusuna atar. Bu beyin ve yürek sana boşuna verilmedi, susuyorsan beter ol!