Savdolu bir başlık kullandım, ama bu yalnızca bir tasarı. Burada bütüncül bir öğreti sunmaya kalkışacak değilim. Bu köşenin sınırları içinde konuya ilişkin kimi ipuçları sunmakla yetineceğim.
“CHP’de son yılların en başarılı politikacısı Muharrem İnce olmuştur” desem “muharremci” sınıfına sokulabilirim. Oysa bu düşüncem, onu beğendiğim anlamını taşımaz. Yani “iyi politikacı” diyemem onun için. “İyi” nitelemesi daha çok gerçek devlet adamlarına uyar diye düşünüyorum.
“Son yıllarda bu ülkenin en başarılı politikacısı Recep Tayyip Erdoğan olmuştur” da diyebilirim. Bunu söylemek için de elbette ki “erdoğancı” olmam gerekmez. Yani o da başarılı, ama iyi bir politikacı değil, bir devlet adamı hiç değil. Her ikisinin de başarı ölçüsü, yalnızca aldıkları oy oranıyla ilgilidir: Birisi parti, öteki ülke çapında.
Yöneticilerin kişisel niteliklerine gelince, örneğin şu söylenebilir: “Dürüst” ya da “namuslu” insan ille de iyi politikacı olmaz. Böyle birisine yönelik övgülerin fazla oy getirmediği görülmüştür zaten. Tersine, namuslu bulunmayanlar daha çok oy alabiliyor… Demek ki politikada başka huylar, başka beceriler, inandırıcı başka dayanaklar gerekir.
Gelelim siyasal düşünce konusuna. Kimilerinin öne sürdüğü gibi, “ideolojiler bitmiş” değildir. Sağ ile sol arasında kıytırık (marjinal) gelgitler olsa da, özde değişen bir şey olduğunu sanmam. Dönemine göre birbirinin karşıtı siyasal partilerin tahterevalli gibi inip çıkması daha çok “kötü yönetici” sorunudur. Örneğin İngiltere’de İşçi Partisi, önderlerinin sağa yönelik uygulamaları nedeniyle başarısız olmuş, buna karşılık sağ partiler yükselişe geçmiştir. Bu olay umarsızlıktandır. Ayrıca dünyada solun giderek başarısız olması, küresel baskı nedeniyledir.
Özellikle bizim gibi aydınlanma devrimlerini tam olarak gerçekleştirip içine sindirememiş, sağ-sol karşıtlığı ve sınıf bilinci oluşmamış, oluşmuşsa da önemini yitirmiş toplumlarda siyasal etkinliğin ideolojik boyutları belirsizdir. Partilere yönelmeler bireysel yargılardan çok, topluluk güdülerinden kaynaklanıyor; yani kitleseldir, sürüseldir. Bu güdülenme, sınıfsal yönelimlerden bağımsız; iletişimsel, ekinsel, inançsal, budunsal, töresel, tabusal, vb. etkenlere dayanmaktadır, yani gerçek insan haklarıyla ilgisi olmayan yönelim eksenleri işliyor o ülkelerde. Özellikle sınırları belirsizleşmiş (biri ötekine karışmış) maddi ve manevi beklentilere dayanan koşullanmaların yönlendirici etkisi en baskın olanıdır.
Olaya yine CHP ölçeğinde bakarsak, ister istemez Kemal Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce’yi karşılaştırmak gerekecek. Parti yönetimine ilişkin en güncel tartışma konusu da budur ayrıca. Giderek birincisinin “deneyimli ve dürüst” kişiliğiyle, ikincisinin de “mizah zekası”yla öne çıktığı söylenebilir.
Siyasal başarıyı sağlamada en önemli dayanaklardan birisi de iletişimdir. Bu da siyasal söyleme yeni yaklaşımlar getirmekle, toplumda “irkilti” (rebondissement) yaratacak söz çıkışları yapmakla gerçekleşebilir (Burada “irkilti” sözcüğü, mizah düzeneğinin ana işlevini belirtir). Bu yeteneğin dürüst olup olmamakla bir ilgisi yoktur; sağa ya da sola kaymakla da bir ilgisi yoktur. Örneğin, Muharrem İnce'nin, Beştepe Sarayı'nı ODTÜ’lü öğrencilere devredeceğini açıklaması bir alkış tufanına yol açmıştır. Demirel’in köylü ağzıyla yapmış olduğu nükteler, halkla iletişim başarısında önemli bir yer tutmuştur. Buna karşılık aynı Muharrem İnce’nin klasikleşmiş para vaatleri, cuma namazı çıkışlarında yaptığı inanç pazarlaması, vb. bana göre “karizmasını” zedelemiştir. Özellikle bu ikinci yaptığı, siyasal kültürünün temelinde yer alması gereken laiklikten verilmiş bir ödündür.
Sonuç olarak günümüzde sol partilerin işi çok zor, dahası çıkmazda gibi; ama başarılı olmaları da zorunlu: Bunun için halk desteğine dayanan demokratik bir devrim gerekir.