Otoriter rejimler sanıldığı gibi istikrarın değil, istikrarsızlığın kaynağıdır. En büyük nedeni de belirsizliklerin sürekli artması ve toplumsal dinamiklerin zayıflamasıdır.
Toplumsal dinamiklerin temelini, vatandaşların yönetime katılması, hatta örgütlü olarak katılması oluşturur. Böylece iktidar denetlenebilir halini değiştiremez.
Bizde ise tam tersi zamanlar yaşanıyor.
İktidarı denetleyerek toplumsal mutabakatı bir ölçüde koruyabilen kurumlar ya kapatılıyor ya da etkisiz eleman haline getiriliyor.
Sadece bununla yetinilmiyor.
İktidarın eylem ve işlemlerini hukuksal olarak denetleme ile sorumlu kurumlar da, bir biçimde işlevsizleştirilip, sadece tabelalarla korunuyor.
Devletin kendi kendini denetleyememe hali, sonuçta toplumun da derin bir sessizliğe, beraberinde vurdumduymazlığa ulaşmasına yol açıyor.

***

Kırılgan ekonomik yapımız, 15 Temmuz kalkışmasının ardından daha da kırılgan hale gelirken, bunu sadece “dış mihraklara” ya da “üst akıla” bağlamak doğru bir tercih değil.
Kapitalizm kapitalizmdir.
Sermayenin dini, ırkı, mezhebi ve cinsiyeti olmaz.
Hayat rakamlardan ibarettir ve bu rakamlar sermaye sahiplerinin kontrolündedir. Bunun aksine herhangi bir davranış, direniş ya da karşı çıkış, sermayenin en çok ürktüğüdür.
Bu yüzden de kapitalizm rahatça boy verebileceği yerler arar.
En çok da sermayesine kısa zamanda kat be kat yeni kazançlar ekleyeceği yerler...
Türkiye, artık öyle görülmüyor demek ki...

***

Bir on yıl geriye gidelim...
İktidarın çok önemsediği, umut bağladığı en önemli konu neydi?
Çözüm süreci...
Analar ağlamasın diye başlayan, doğal olmayan kardeşlik ve barış rüzgarlarının estirildiği günleri bir düşünün.
İktidar partisinin kurultayındaki davetlileri, verilen mesajları bir anımsayın...
Ve şimdi yaşadıklarımızı...

***

Daha on yıl bile dolmadan, Türkiye'deki siyasi hareketin en uç noktasına kayarak oyunu artırmayı planlayan iktidar, şimdi tam aksi yöndedir.
HDP ile yürüttüğü siyasi çizgi, bugün artık HDP'nin tam karşısındaki MHP ile kan kardeş olmasına varmıştır. Bu farklılaşmanın açıklanabilir tarafı var mıdır?
Benzeri şekilde, 2002 yılında iktidarla tanıştığında, devleti yönetmek için cemaat kadrolarından sonuna kadar yararlanan, birlikte büyüyen iktidar, şimdi ilişkisini kan davasına çevirmiştir.
Yaşananlar bize gösteriyor ki, iktidarın ideolojik bir zemini yoktur.
Kendisini konumlandırdığı tek yer, günün koşullarına göre sandıkta “galip” olabileceği alandır.
Kırmızı ya da mavi kuvvet olmak gibi bir derdi yoktur.

***

Peki, bütün bu gerçekler ortada iken, iktidarın bu tavrını eleştirenler nerededir?
Sadece ana muhalefet partisi midir?
Acımasız bir yaklaşım olabilir, haksızlık denilebilir ama gerçek odur ki, toplumun geniş katmanlarında “sessizlik” hakimdir.
Kimse bunu “fırtına öncesi sessizlik” olarak adlandırıp kendini kandırmasın.
Bu sessizlik bildiğiniz saklanmaktır.
Hukuksuzluklara uğrama korkusu, işsiz kalma korkusu ya da başka bir korku ile adlandırabilirsiniz ama yaşadıklarımız kesinlikle “fırtına öncesi sessizlik” değildir.

***

Ülke dışında ve içinde bu kadar sıkıntılı günlerden geçen iktidarın tek seçeneği, yaşadığımız istikrarsızlığı daha da derinleştirmektir.
Bu sayede kendi varoluş nedeni pekişecektir.
A planı, B planı, C planı, başkanlık, şiddet hiç önemli değildir.
Sıkışmış ve zayıf bir iktidar için seçenek tek değildir.
İktidarda kalmak için her yola başvurur.
Sessizlik de cesaretini artırır.