Röportaj / SİNAN KESKİN

Prof. Dr. Murat Cem Miman’ın “İpek Ayna” adlı eseri okuyucuyla buluştu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Kulak Burun Boğaz uzmanı Prof. Dr. Murat Cem Miman’ın “İpek Ayna” isimli kitabı yayımlandı. Hekimlik mesleğinin yanı sıra yazarlık, amatör fotoğrafçılık yapan ve sinema sanatıyla yakından ilgilenen Prof. Dr. Miman’ın, denemelerden oluşan ilk kitabı "Sabahları İşe Yürüyerek Giderim: Karşıyaka'da İlkbahar" 2017 yılında, “Ağlayan Zeytinağacı” isimli öyküsü 2019 yılında Kurşun Kalem Dergisi’nde yayımlandı.

Katıldığı bir radyo programında, öykülerden oluşan “İpek Ayna”nın; kadın erkek ilişkisinin yanı sıra özlem, sevgi, nefret, vefa, korku gibi soyut kavramlar eşliğinde okuyucuyu kendi iç dünyasında bir yolculuğa çıkardığını belirten Prof. Dr. Miman, “Toplam yirmi üç öyküden oluşan kitap;  ayna karşısından kalkmayanların, aynaya âşık olanların, aynaya bakmaya vakti olmayanların, aynaya bakmaya cesaret edemeyenlerin, aynada gördüklerine inanmayanlarla inanmak için bakanların dünyasını anlatıyor” diyor.

Prof. Dr. Murat Cem Miman ile, edebiyata olan tutkusunu, yazma serüvenini ve son kitabı İpek Ayna'yı konuştuk.

Malum son bir yıldır gündemimiz koronavirüs. Bir hekimle karşılaştığımızda hemen bu konu hakkında konuşmak istiyoruz. Ama bugün konumuz farklı. Edebiyatın büyülü dünyasına girmek istiyoruz. Murat Cem Miman başarılı bir hekim olmasının yanı sıra güçlü kalemi olan bir yazar. Yazma serüveniniz ne zaman başladı?

Teşekkür ederim, konuk ettiğiniz için. Aslında üniversite yıllarında yazdığım bir-iki öykü çokça da şiirim vardı. Ama Tıp Fakültesi mezuniyetimizin 25. yılı kutlamaları hazırlıkları için sosyal medyada bir araya geldiğimiz arkadaşlarımın teşvikiyle tekrar yazmaya başladım. “Sabahları İşe Yürüyerek Giderim” cümlesiyle başlayan duygu ve düşünce paylaşımlarım beğenildi. Bir formata sokup deneme kitabı olarak yayınlandı sonra. Genel olarak konuşarak anlatmaktan çok sonradan düşünüp yazarak kendimi ifade eden bir kişiliğim de var.

Bir hekim olarak yazmaya yeterince zaman ayırabiliyor musunuz?

Daha çok zaman ayırmak isterdim yazmaya. Yazarken bir çift ömür yaşama lüksüne kavuştuğumu söyleyebilirim. Görünen hayatımda işimi, mesleğimi iyi yapmaya çalışırken bir yandan da yazı dünyasının içinde düşünerek yaşıyorum. Yolda gördüğüm birini başkalarından ayırt ettiren bir mimik benim için bu düşsel dünyaya taşıdığım bir öge... Kelimelerin derin anlamı gerçek hayatı algılamama yardımcı araçlar... İki farklı ömrü dengeli yaşama gereğinin de farkındayım. Belki yazmak fiziki olarak kısa bir süre olabilir ama onu düşünmek ve düşlemek zaten diğer ömrümün tamamını kaplıyor.

Planlı yazıyorum

Yazmak için bir ritüeliniz var mı yoksa fırsat bulduğunuz her an yazar mısınız?

Hedeflerim yazmayı. Haftanın içinde şu gün yazacağım diye planlamamı yaparım. O güne kadar da kendi içimden düşüncemde yazarım hatta. Sonrasında bir oturuşta oldukça uzun metinler oluşturabiliyorum. O an yazmakla da bitmiyor. O yazdıklarımı tekrar okuyarak tekrar yaşayarak sonrasında da bir süre geçiyor. Planlı olmayı severim, planım dışında bir şeyin olması beni oldukça geriyor. Yazmak için planladığım an gerçekleşince rahatlıyorum.

İlk kitabınız Sabahları İşe Yürüyerek Giderim bir deneme kitabıydı? Kitaptan biraz söz eder misiniz?

Her sabah ve akşam bir rutin yaşıyor aslında herkes. Bu rutinin içindeki farklılıkları, tatları algılamadan yaşarsak o bizi boğabilir. Belki de o gözlemler böyle bir kaçışın ürünü. Gördüğümüz her insan kendi içinde bir öykünün kahramanı ve o öyküye ait yaşıyor. Örneğin o kitapta kırmızı ışıkta duran arabalara kendine özgü davranışlarıyla mendil satmaya çalışan bir genç, onu görenler ve onu göre göre belli bir davranış kalıbı geliştiren insanlar vardı. Bunu gözlemlemek ve o tadı yazıya taşımak bana keyif veriyor, verdi ve kitap ortaya çıktı. Bu kitabı sınıf arkadaşlarım çokça satın alarak Ege Tıbbiyeliler Derneği’ne bağışladı ve tıp öğrencilerine burs oldu. Bu yönden de kıymetli bir eser o kitap.

Edebiyatla ilişkili bir hekim olarak bu içinden geçtiğimiz süreç kitaplarınıza konu olacak mı?

Mutlaka olacaktır. Çünkü sosyolojik olarak da birçok şey değişti. Eskiden bize çok yakın olmasa da yanaklarımızı yaklaştırarak sarıldığımız kişiler vardı. Büyük olasılıkla selamlaşma, karşılama ritüellerimiz değişecektir bu salgın sonrasında. Ve bundan sonra yazılan bir öyküde en azından “salgın öncesindeki kadar kendini ona sarılmak için güvende hissetmedi” cümlesini görebiliriz.

Ön koşul ikna etmek

İpek Ayna’da öykü kahramanlarınız çok hayatın içinden, sanki sokakta, markette, toplu taşıtlarda sıkça karşılaştığımız insanlar, biz gizlice onların hayatına giriyoruz, yaşamlarına tanık oluyoruz, hatta bir palyaçonun ruhuna sızıyoruz adeta. Bu da sizin iyi bir gözlemci olduğunuzu gösteriyor. Karakterlerinizi gerçekten yaşamın içinden mi seçiyorsunuz yoksa hepsi kurmaca karakterler mi? Karakterlerinizi kurarken en çok neye bakarsınız?

Karakterlerin gerçek olması belki de okuru ikna etmek için bir ön koşul, distopik bir öykü yazmıyorsak eğer. Kahramanlar elle tutulur, gözle kolayca görülür olmalı bence. Okur onların varlığına ikna olduktan sonra onların düşüncelerindeki farklılığa, çeşitliliğe inanmaya başlar. İpek Ayna’da ortaya koymaya çalıştığım da bu aslında. Gördüğümüz yüzler, sıfatlar içinde milyarlarca farklı hayat yaşanıyor. Çok farklı açılardan olaylar değerlendirilip yorumlanabiliyor. Hatta bu kişiler birbirleri hakkında da söylenmedik düşüncelere sahip. O yüzden ‘iç içe geçmişlerin dünyası’ diye tanımladım bu hayatı.

Öykülerinizde genellikle çocukluğumuzun dünyasına dönüyoruz, ya da yaşadığımız bu coğrafyanın dertleri ince ince işleniyor, öykülerinizde yazmayı düşündüğünüz meseleler ne doğrultuda. Murat Cem Miman neleri dert ediyor kendine?

Yazarın kendi hayat deneyimlerini yazılarına yansıtmaması olanaksız. Daha önce söylendiği gibi kendi tozlarımızı ekiyoruz cümlelerin içine. Yapmayı düşlediğim, yazmayı düşündüğüm her şey aslında gördüğümü göstermek ki bu da yeni bir şey değil. İnsanlığın başından beri bu yapılıyor. Mağaraların duvarları da bunlarla süslü. Çok basit aslında. Meselem bu, “ben bunu görüyorum, hissediyorum’u bağırmaktan başka bir şey değil.

Ontario Kurtları öyküsünde çocukluğumuzun çizgi roman kahramanları ile karşılaşıyoruz. Ayrıca bir dönemin siyasi olaylarına da çok ciddi göndermeler var. Alt metni çok derin bir öykü. Diğer öykülerinizde de metinler arası göndermelere rastlıyoruz sizce metne ne tür bir katkı sağlıyor metinler arası göndermeler?

“Söylenmedik söz kaldı mı bu evrende?” Gördüğümüz, okuduğumuz her sanat eserinin bir ifade biçimi olduğunu bilip onları kendi yorumlarımızda kullanmak belki de sanatçıyı rahatlatıyor, belki de yalnızlıktan kurtarıyor, belki de şahit gösteriyoruz onları. ‘Bakın bir tek ben değilim’ diyoruz metinler arası ile. Veya ona başka bir yorumla bakılmasını sağlıyoruz.

Keşke ve iyi ki

Bir Köprüde öyküsü “Keşke” ve “İyi ki” arasına sıkışmış yine okuru sormaya, sorgulamaya, kendi keşke ve iyikilerini gözden geçirmeye itiyor. Bu öyküde de ayrıca tür dışı bir metinler arasılık ile karşılaşıyoruz. Bu öykünün çıkış noktası İki İnatçı Keçi mi yoksa sizin “keşke” ve “iyi ki” durumlarına bakışınızı mı yansıtıyor?

İkisi de bence. Çünkü keşke ve iyi ki birbirleri ile çatışan iki farklı bakış. Keşke’nin bir faydası yok. Bunu fark ettiğimden beri terk ettim onu. Kitabımda çocukluk anılarımın izleri var demiştik. ‘Keşke çocukluğum bu travmalarla geçmesiydi’ demeyi bırakıp ‘iyi ki bunları yaşamışım ve şu andaki halime ulaşmışım’ bana daha pozitif bir katkı sağlıyor.

Öykülerinizin görsel anlatım gücü sayesinde okur öykünün atmosferine giriveriyor. Öykü atmosferinin inşasında nasıl bir çalışma pratiği yatıyor? Burada sizin aynı zamanda iyi bir fotoğraf gözünüzün olmasının da etkisi var mı?

Kesinlikle var. İpek Ayna’da “Var!” öyküsü tamamen fotoğraf gözüyle yaratıldı. İzmir’in sosyoekonomik olarak yoksun mahallelerine yapılan bir fotoğraf gezisinde gördüklerim onlar. Oradaki beynime kazınan karelerle ortaya çıkarttığım bir öykü. Bu alışkanlığım birçok öykü için de geçerli. Tabii ilk kitabım için kısaca ‘konuşan fotoğraflar’ bile diyebiliriz.

Masada bekleyen projeniz var mı? 2021'de yazı adına neler yapmayı planlıyorsunuz gibi

Deneme ve öykü kitabı sonrası roman yazmaya başladım. Aslında İpek Ayna’nın sonunda kendimi roman formatı açısından denedim. Güney Osetya öyküsü bir olayın dört farklı gözle anlatımı ve novelladan kısa, öyküden uzundu. Şu anda romanımın kahramanları ile hayal dünyasında yaşıyorum. Yazdıklarımın kitaba dönüşmesinden çok beni büyüleyen yazı yazarken geçirdiğim süreç. Bu anlar benim için zamanı durduran, yavaşlatan anlar.

Murat Cem Miman kimdir?

1968 yılında Ankara'da doğdu. 1992'de Ege Üniversite Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl aynı fakültenin Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda asistanlığa başladı. Asistanlığı sırasında video arşivleme, bilgisayar veri kaydı ve istatistik konularında da çalışma olanağı buldu. 1997 yılında asistanlığı bitirip Sivas-Suşehri Devlet Hastanesi’nde çalışmaya başladı. 1999 yılında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak başladgirdi. 2001 yılında Fransa Marsilya’da Prof. Jacques Magnan’ın yanında kulak cerrahisi, 2002 yılında ABD Nashville’de Prof.James Duncavage’in yanında ise burun ve sinüs cerrahisi eğitimi aldı. 2003’de ise bir süre İtalya’da alerji-immunoterapi pratik eğitimi gördü. 2004 yılında doçent oldu. KBB’da alerji, endoskopik sinüs cerrahisi ve rinoplasti konularına ağırlık vererek tüm alanlarda uygulamalarda bulundu. 2009 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı’nda çalışmaya başladı. Eylül 2011’de ise Medical Park İzmir Hastanesi’ne geçti. 14 Mart 2012 tarihinden itibaren ise İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı öğretim üyesi oldu. Ağustos 2016 tarihinden itibaren de çalışmasına Medical Park İzmir Hastanesi'nde devam ediyor.