Röportaj/ Sinan KESKİN

İçerdiği yüksek kolajen ile adeta bir iksir olan kemik suyu uzun bir süredir bulyonların gölgesinde bırakılmıştı. Mutfağımıza dayatılan bulyonlar damak tadımızı öylesine değiştirdi ki, artık özellikle genç nesil kemik suyundan ve kemik suyu ile yapılan yemeklerden uzak durmaya başlamıştı. Hüseyin Cengiz, geleneksel Türk mutfağının unutulmaya yüz tutan lezzetlerinden kemik suyu ve kemik suyu ile yapılmış çorbalarını yeniden hayatımıza soktu. İş yaşamın yanı sıra edebiyatta da oldukça dikkat çeken işler yapan Cengiz, yazdığı romanla da gündem yarattı. Tunceli dağlarından başlayıp Ege kıyılarında biten, 1915'te başlayıp 1958'e kadar devam eden, tarihsel bir arka planı olan, Türkiye'deki üç göç hikayesini içeren “Ve Sonra Yol Bitti” romanı ile edebiyat çevlerinde tartışmalar yaratan Cengiz, hem iş yaşamında hem edebiyatta dikkat çekici işler yapmaya devam ediyor.

Başarılı iş yaşamının yanı sıra edebiyata olan merakı ile de tanına ve yazdığı romanlarla gündem olan Hüseyin Cengiz ile iş yaşamını, yazma tutkusunu ve yeni projelerini konuştuk

Hüseyin Bey öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

1976 Tunceli doğumluyum. İlk ve ortaöğretimimi Tunceli'de tamamladım. Lise eğitimi için İzmir'e geldim. Bornova'da liseyi okuduktan sonra Kocaeli Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü'nü bitirdim. 1958 yılından beri ticaretle uğraşan bir ailenin üçüncü kuşağıyım. Babam eski bir eğitimcidir. 1980 sonrası dedemle birlikte ticarete devam etti. Üçüncü kuşak olarak biz işe başlayınca önce dedem bıraktı işi. Sonra babam işin sosyal tarafıyla ilgilenmeye başladı. Tunceli'de iki dönem Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığı yaptı. Babamı 1,5 yıl önce kaybettik. Dedemin kurduğu şirket inşaat, mobilya ve beyazeşya sektörlerinde faaliyet gösteriyordu. O nedenle üniversite sınavında bütün tercihlerim işletme üzerineydi. Okulu bitirip iş hayatına atılmak istiyordum. Mezun olduktan sonra Tunceli'ye döndüm. Birkaç yıl Tunceli'de çalıştıktan sonra şirketin Diyarbakır, Mersin ve İzmir şubelerini açtım. Hayalimde hep İzmir'de yaşamak vardı. O nedenle bir süre sonra şirketin merkezini İzmir'e taşıdım. İzmir'e geldikten sonra gıda sektörüne girdik.

İzmir'i tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?

İzmir'i seviyorum. Benim için her anlamda değerli bir yerde duruyor. Burada yaşamak için şirketi buraya getirdim. Ticari mantaliteyle bakınca İstanbul'da olmak, fabrikayı orada kurmak daha avantajlı. Biz kamu kurumlarıyla çok yoğun çalışıyoruz, onun için Ankara'da olmak maktıklı. Ama ne Ankara'nın griliği ne de İstanbul'un keşmekeşi beni cezbetmiyor.

Dedeniz ve babanız gıda alanına yönelmemişler. Bu sizin fikriniz miydi?

Gıda sektörüne ben üniversiteden mezun olduktan sonra başladık. Gıda, yaşadığımız dönemde ciddi bir silah olmaya başladı. Bütün ülkeler gıdaya çok ciddi yatırım yapıyor. Ülkemizde bu anlamda çok uygun. Temiz tarımın yapılabileceği, sağlıklı gıdaya ulaşabileceğimiz bir sürü kaynağımız var. Ama maalesef çok uzun yıllardır doğru tarım ve hayvancılık politikaları uygulanmadığı için hem tarım hem hayvancılık ciddi anlamda sekteye uğramış durumda.

Kemik suyu üretmek nereden geldi aklınıza?

Kemalpaşa'daki fabrikamızda et işleme tesisimiz var. Tesise karkas et giriyor, parçalanıp değerli kısımları ayrılıyor. Bir kısmı konserve oluyor, değerli kısmı ise restoran ve toplu tüketim noktalarına satılıyor. Et işlendikten sonra kalan kemiği işlemeden satıyorduk. Ama hep bu kemiği nasıl değerlendiririz diye düşünüyordum. Bütün dünyada ilikli kemik suyu tüketimi artmaya başlamıştı. Avrupa'da kemik suyu kafeler açılmaya başladı. Bunlardan esinlenerek bir deneme yapalım dedik. Çok düşük fiyatlara atık hale gelen kemiği değerli hale getirip ekonomiye katmış olduk. Hemen ardından da kemik suyuna çorba projesi gelişti. Evde çok zor yapılan ve bizim geleneksel lezzetlerimiz olan kellepaça ve işkembe gibi iki ürünle başladık.

Kemik suyu ve kemik suyu ile yapılan yemekler özellikle gençlere ağır gelmiyor mu?

Yeni nesile ağır gelir diye şimdi ilikli kemik suyundan ev yapımı limonata tadında kolajen iksir adıyla yeni bir ürün çıkardık. Tüm Macrocenter ve Rossmann mağazalarında bulunuyor. Bu ürünün hedef kitlesi kemik suyunu içmem diyenler, özellikle kadınlar ve çocuklar. Günde bir şişe içtiğinizde vücudunuzun ihtiyacı olan kolajeni almış oluyorsunuz.

İhracat yapıyor musunuz?

Avrupa ülkeleri ve ABD Türkiye'deki et ve et ürünlerini izlenebilirlik anlamında güvenilir bulmadığı için ithalat yapmıyor. Özellikle Avrupa'da Türk nüfusunun bulunduğu yerlerden talep alıyoruz. Ama gönderemiyoruz. Biz de başka pazarlarla ilgileniyoruz. Dubai, Türki Cumhuriyetler ve Uzakdoğu pazarlarına yönelik bir takım çalışmalarımız var.

Kemik sulu kahve

İnovatif ürünler ilgi alanınıza giriyor sanırım. Çıkarmayı düşündüğünüz farklı ürünler var mı?

Kolajenli kahve üretmeye başlayacağız. Aslında ürettik ama henüz piyasaya sürmedik. Türk kahvesi, dibek kahve ve filitre kahve olmak üzere 3 çeşidimiz var. Onların içinde de toz halinde kolajen var. Günde 2 fincan kahve ile günlük kolajen ihtiyacınızı karşılayabilirsiz.

Ürünlerinizi doğrudan tüketiciye ulaştıracak satış noktalarınız var mı?

Biri Ekonomi Üniversitesi'nin içinde biri de Bayraklı'da olmak üzere iki kafemiz var. Kafelerde tamamı doğal ve katkısız olmak üzere hem kendi ürünlerimiz bulunuyor hem de farklı markaların ürünlerini satıyoruz. Ankara'da TOBB Üniveritesiyle anlaştık, bir kafe de orada açıyoruz. Bu kafeler bir denemeydi. Bundan sonra franchising vermeye başlayacağız.

Siz başarılı iş yaşamınızın yanı sıra yazdığınız kitaplar ve edebiyata olan tutkunuz ile de tanınıyorsunuz. Edebiyatla ilişkiniz ne zaman başladı?

Üniversite yıllarında edebiyat dergilerinde ve gazetelerde denemelerim ve kısa öykülerim yayınlanıyordu. Üniversite sonrası yazma işine ağırlık vermeye başladım. İş hayatında kaçacak bir liman lazımdı. Çünkü kapitalizm çok vahşi. Gündelik hayatta beni çok zorluyor. Gündüz maskelerimle yaşıyorum. Gece maskelerimden sıyrılıp kendim olabildiğim anlarda edebiyata sığınıyorum.

Yoğun iş temposunda yazmaya nasıl fırsat buluyorsunuz?

Sabahları çok erken kalkıp yazmaya çalışıyorum. Her sabah 5 gibi kalkarım. Günlük hayata beni hazırlıyor. Yazıyorum, okuyorum güne daha iyi başlıyorum. Düş dünyasına yapılan yolculuk insanın ufkunu da açıyor. Hayal ettiğim şeyler gündelik hayatta bir ürüne de dönüşebiliyor. Çünkü gündelik hayatın körlüğünden sıyrılıyorum. Gündelik hayata berrak bir beyinle döndüğümde daha yaratıcı oluyorum.

“Ve Sonra Yol Bitti”de ve “Yalnızlığın Başkenti”nde ne anlatıyorsunuz?

İlk kitabım bir denemeydi. Günlük hayatta karşılaştığımız ama kafa yoramadığımız 64 kavram üzerine yazdığım denemelerden oluşuyordu. Samimiyet, dostluk, ilişkiler, para, cinsellik gibi. Sonra 1915'te başlayıp 1958'e kadar devam eden, tarihsel bir arka planı olan, Türkiye'deki üç göç hikayesini içeren “Ve Sonra Yol Bitti” yayınlandı. Tunceli dağlarından başlayıp Ege kıyılarında biten bir hikayedir. Yunancaya çevrildi ve iki yıldır Yunanistan'da da raflarda. Son olarak Cemal Süreya'nın hayatını yazdığım biyografik roman “Yalnızlığın Başkenti” yayınlandı.

Şuan üzerinde çalıştığınız bir metin var mı?

Şimdi İzmir'in dağlarında başlayan, İkinci Dünya Savaşı'nı da içeren, Ege'nin iki yakasını içine alan kardeşlik ve aşk üzerine bir roman yazıyorum. Bir aksilik olmazsa 1 yıl içinde yayınlanacak.

Kemik suyunu unutturdular

Kemik suyu Türk mutfağında yüz yıllardır var. Ama son dönemde araya bulyonlar girdi. Monosodyum glutamat ve Çin Tuzu katkılı bulyonlarla kemik suyunu unutturdular. Biz yeniden kemik suyunu mutfağımıza sokmayı hedefliyoruz. Türkiye'deki en büyük toplu yemek firması olan Sofra artık bulyon yerine bizim kemik suyumuzu kullanıyor.

İzmir doğallığı sever

Türkiye'de insanların doğal ürün arayış var. Herkes katkısız doğal ürün peşinde. İzmir'e de çok uygun bir ürün. İzmir doğallığı sever. Burada insanlar sağlıklı besine çok önem veriyor. Bu markanın buradan çıkması da bu anlamda önemli.